“Aharardı”, bir zamanlar ne güzel bir yerdi.
Biz, oraya “Aharardı” derdik ama, neden “Ahırardı” olduğunu ne ben bilirim, ne de bir başkası.
Orası, hem mesîre yeriydi, hem Bayramyeri ve hem de Harmanyeri.
Üstüne üstlük, bizim futbol sahamızdı. Çok ciddi, çok zevkli turnuvaların tertiplendiği bir futbol okulu gibiydi. Çoğu zaman, “harman telâşı” içindeki insanlarla iç içe top oynamışızdır.
“’Aharardı”, bizim mahalleye pek yakın olmadığı için; daha genişçe zamanlarda ve ciddî maçlar için oraya giderdik.
Dar zamanlarda ve minyatür sayılacak küçük takımlar hâlindeki maçları ise, “Çapraz Bahçesi”nde oynardık.
Ramazan ve Kurban bayramlarında, bir bayramyeri de “Ahırardı”nda kurulurdu.
Cambaz orada; Mâcuncu, Pamuk Helvacı, Keten Helvacı oradaydı. Kasnakçı orada, Fırıldakçı oradaydı.
Bayramyeri’ne, yanımızda bir “büyük” olmadan gidemezdik. Bayram paramızın çoğunu evde bırakırdık.
Salıncağa bineceksek, gene başımızda bir büyük bulunur; bizi “gözetler”di.
Aynı yerde -seyrek de olsa- yağlı pehlivan güreşleri de yapılır ve babam, bizi götürürdü.
Ancak, yağlı güreş denildiği zaman, aklıma daha ziyâde Ahırardı değil,”Musalla Bahçesi” gelir. Çünkü, en çok, orada “güreş kurulmuştur.”
Babam da meraklı olduğu için, hangi pehlivan hangi oyunu yapıyor, hangisi daha şanslı, babam anlatırdı.
Şimdi, o “Musalla”nın yerinde yeller esiyor.
“Namazgâh” da tamâmen hâtıralarda kaldı. Neyse ki, “Musalla Mezarlığı”nı, ölülerimiz bekliyor, Gaybî Efendi bekliyor.
“Dablak” sâdece isim olarak yaşıyor; “Gakeç” iyice unutuldu. “Kobakdibi”ni bilen kalmadı. “Ziraat Bahçesi”nden bahsetseniz kaç kişi anlar?” Çayır” dediğimiz yerde Sanâyi Sitesi kuruldu.
“Sultan bağı” dediğimiz yerin, yalnızca halk arasında ismi var.. bağlardan da, “sultan”dan da eser kalmamış. “Kırklar”a ne oldu?” Kumarı” ne demek? Ağız tadıyla bir “Cimcik” pişirip yemek istesek, “Kumarı yoğurdu”nu bulabilir miyiz?
Sanmıyorum!
Ne olursa olsun, ben, bugün bile en güzel “Tosunum”u, Sultanbağlı kadınların yapacağına inanırım. Bu, mercimekli-haşhaşlı böreğin gerçekten tosunum olabilmesi için, mutlaka bu mahallede doğup büyümüş bir hanımın elinden çıkması gerekir.
Sultanbağı’na gelin gitmiş “kırk yıllık bir kadın” bile olsa, oranın kızı kadar başarılı olacağına inanmam.
“Göççümen Hamırsızı”nı nasılen lezzetli hâliyle Göççümenliler yapabilirse; “tosunum” da Sultanbağlılara hastır.
Sanki bu hüner, Allah tarafından semtlere ayrı ayrı dağıtılmış bir “ezel ikrâmı” gibidir.
Her ne kadar biz Kütahyalılar, “Gökçimen Mahallesi”ni, “Göççümen” diye telâffuz etsek de, netice değişmez.
Bir “yumurta tiridi” ni belki her kadın yapabilir. Ama ona kebap lezzetini kaç kadın verebilir?
“Güveç” belki her fırında pişer.
Ama, kaç fırıncı,”Güveççi Süleyman” kadar hüner sâhibiydi?
Biz, haşhaşın siyah renkte olanına “kara haşeş”, sarı olanına ise “sarı haşeş” deriz ve “Kara haşeş”le yapılan gözleme başkadır, “sarı haşeş”le yapılan, başka..
Undan fark eder, yağdan fark eder. Hepsinden önce, “Fadime anamızın eli..” diye Bismillâhla başlayan kadından fark eder.
Böyle yoğrulan hamurdan hem bereket fışkırır, hem lezzet!
Allah’tan ki, “Kundören”de gene bahçeler var ve çok şükür gene toprak oralarda “bire bin” verecek kadar cömert! İnsan eli, oraları berbât edecek kadar uzayamadı da; asıl adı “Kundükviran” olan o “Kundören Bahçeleri” hayatta.