Cuma, Nisan 19, 2024
Ana SayfaAbide Şahsiyetler-3Yahya Kemâl BeyatlıBirkaç Çizgi-Yahya Kemâl Beyatlı

Birkaç Çizgi-Yahya Kemâl Beyatlı

Yahya Kemâl Beyatlı (1884-1958) büyük bir şâir olduğu kadar, Türk târih ve tefekkürü üzerinde kafa yormuş bir fikir adamı sayılır.

Samimi bir mü’min olan şâirimizi en iyi şekilde eserleri ile tanıyabiliriz.

Yahya Kemâl’in nesirlerinden bir bölümünü meydana getiren Aziz İstanbul’un sayfalarını karıştırırken onun mü’min/inanmış yüzünü apaçık görebiliyoruz.

Bu yazımızda Yahya Kemâl’in eserlerinde Ramazan ve Bayramlarla ilgili duygu ve düşüncelerinden bâzılarını ortaya koymaya çalışacağız.

Yahya Kemâl’in çocukluğu on dokuzuncu asrın sonlarında samîmi bir Müslüman-Türk şehri olan Üsküp’te geçmiştir. İnançlı bir âileye mensuptur.

Küçüklüğündeki son derece samîmi, duygu ve inanç Müslümanlığı, gençlik yıllarında bir takım sarsıntılar geçirmişse de, daha sonraları yeniden canlanacak, şiir ve nesir kalıbına bürünerek ortaya çıkacaktır.

Ramazan Duyarlığı

Ramazan ve orucun bir mü’minin ferdî hayatındaki yeri önemlidir. Oruç, çeşitli zaaflarımız ve nefsimizle tam bir mücâdele alıştırmasıdır. Ramazanların bir de kamu vicdanına yansıyan yönü söz konusudur.

Ramazan ayı boyunca sokakta, caddede, alış-veriş yerlerinde, günün 24 saatinde değişik görüntüler şeklinde hissedilen bir rûhaniyet, bir Ramazan mâneviyeti vardır. Bir toprağı Müslüman yapan daha çok bu görüntülerdir.

Bunların varlığı ve canlılığıyladır ki kendimizi bir Müslüman atmosferinde hissederiz.

İşte Yahya Kemâl’de görülen daha ziyâde Ramazanların bu “kültürel ve sosyal” yönüdür.

“Kandiller Yanarken” başlıklı yazının işgal sırasında Ramazan ayının ilk günlerinde yazıldığı anlaşılıyor. Bir sene boyunca Rumlar, İstanbul’u Yunanlı gösterebilmek için neredeyse her tarafı mavi beyaza boyamalarına rağmen, Ramazanla birlikte yanan kandil ve mahyalarla şehrin Müslüman çehresinin ön plâna çıkıverdiğini belirtir.

Bu vesîleyle, aynen günümüzde olduğu gibi, 90 sene evvel de, insanımızın Ramazanı hissetmede ve sevmede üçe ayrıldığını anlatır:

Bir zümreye göre Ramazan çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddahlı karagözlü, kahveli, nargileli, şuruplu şerbetli, kandilli, kâğıt fenerli bir şehrâyindir.”

“İkinci zümre müttekîlerdir, onlar şöyle diyorlar:

‘Ramazan nefsimizle, dünyevî hırslarımızla mücâdele ettiğimiz bir aydır. Câmilerimizde potinlerini çıkaramayanlar, pantolonları yüzünden diz çökemeyenler, iftara kadar değil, bir kaç saat bile açlığa katlanamayanlar, Ramazan geldi diye neden seviniyorlar?”

“Üçüncü bir zümre daha vardır ki, birincilerin milletine yabancılaşma, ikincilerin de ibâdeti bir alışkanlık ve şekilcilik seviyesinde bırakma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarından korkmaktadırlar ve şöyle düşünmektedirler:

“Biz cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyânetine sahip, onlar kadar îmânı hararetli olursak bu mübârek ay yeni bir şâşaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrâyin olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur.”

Aziz İstanbul, Yahya Kemal’in dinî ve millî duygularla yüklü en güzel nesirlerinin toplandığı kitaptır.

Bu eserdeki “Şişli Caddesinde Ramazan” yazısı 1922 İstanbul’unun bu Avrupaî semtinde oruç ayının pek de iyi hissedilmediğini anlatır. “Eyüb’de Namaz Saati” ise şöyledir:

“Eyüb’ün güzîde ve mütefekkir gençlerine iftara gittim. İftardan sonra gezmeye çıktık. Bu gecenin hâtırasını hiçbir zaman unutamayacağım.

Eyüb’ü sabah, öğle ve akşam saatlerinde, kandil günlerinde görmüştüm. Fakat gece uhrevî bir âlemmiş. Bu Ramazan gecesi, terâvih kılınırken, çarşıdan geçtik. Eyüb’e hürmeten tavla ve kağıt oynatmayan o küçük kahvelerin keyif, tömbeki ve miskten mürekkep sâkin bir neş’esi vardı.

“Sonra câmie gittik. Bahar, Ramazan, gece, namaz vakti, fazla yağmurdan sonra serin bir saat; bu muhite anlatılmaz bir renk vermiş; o ışıklı avlu, o bin senelik çınarların gölgesi. (…) Câmiin haremi namaz saatinin hürmetiyle sessiz.

Terâvih kılınıyor.

Kapısına kadar kesif bir cemaatle dolu olan câmiden, zaman zaman müezzinlerin gür, pürüzsüz, berrak sesleri taşıyor; sonra muhit yine sâkinleşiyor; yine aynı sesler, daha yüksek bir vecidle yükseliyorlar, yine rûhânî bir sükût oluyor.

Namaz bir ses feyezâniyle bitti. Ondan sonra ilâhiler coştu. Bu cemaat bir şevk saati geçiriyordu.

“Kalbimiz yıkanmış gibiydi. Haremden çıktık. Eyüb’ün bu saatini hiçbir zaman unutamıyacağım.”

Kültür ve inanç olarak İslâmiyet’i bütün gönlüyle benimseyen ve seven Yahya Kemâl’in, yetişme tarzı ve bulunduğu çevre îtibâriyle, dinin pratiği ve ibâdet yönüyle ilgisi yok denecek kadar azdır.

Bir Ramazan akşamında, Müslüman bir muhitte oruçsuz olmanın hüznünü bir şiirinde anlatır. Duygu ve san’at kadar, inançla da dolu olan bu şiirde, mümin kardeşleriyle birlikte iftarın hazzını yaşayamadığı için hayıflanır, bu yüzden kendini âdetâ gurbette hisseder.

Başka bir yoruma gerek görmeden şiiri aynen veriyoruz:

ATİK-VALDE’DEN İNEN SOKAKTA

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyeti
Bir tatlı ihtizâza çevirmiş sükûneti;

Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları
Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı.

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.

Yâ Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl tenıiz!
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iflarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mâdemki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”

Bayramlar

Yahya Kemâl’de bayramların ayrı bir yeri vardır. O, öyle bayram namazları kılmıştır ki, o sırada yaşadığı duygular ve onları eşsiz bir san’at eseri olarak bize bırakması dolayısıyle ebediyyen minnetle anılmaya lâyıktır. “Ezansız Semtler” yazısının bir bölümü şöyledir:

Dört sene evvel (1918) Büyükada’da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeğe niyetlendim, fakat Frenk hayâtının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada’nın mahalle içindeki sâkit yollarından kendi başıma câmie doğru gittim. Vâiz kürsüde va’z ediyordu.

Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi.

Beni daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, câmide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Va’zı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücûdumu hissediyorlardı.

Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp “Muhammed” sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücud olarak gördüm.

O sabah o müslümanlığa az âşinâ Büyükada’nın o küçücük câmii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik. Namazdan çıkarken, kapıda Ayandan Reşid Paşa durdu.

Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu:

“Bu bayram namazında iki defa mes’ûdum, hamdolsun sizlerden birini kendi başına câmie gelmiş gördüm! Berhüdar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!” dedi. (…) 0 sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı.”

Şüphesiz Yahya Kemâl en büyük şâirlerimizden biridir. İstanbul şehirlerin en güzeli, Süleymâniye mâbedlerin en muhteşemi.. Bu büyük şâir, bu muhteşem mâbedde bir bayram namazı kılarsa; din, îman, milliyet, târih ve hamâset duygularıyla dopdolu muhteşem bir şiir ortaya çıkar: “Süleymâniye’de Bayram Sabahı”!

Şâirine rahmet dileyerek, yazımızı bu şiirden bâzı bölümlerle bitiriyoruz:

Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymaniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
…..
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,

Senelerden beri rü’yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
……………
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabâhı.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Rıza Tekin UĞUREL
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!