Cuma, Nisan 19, 2024

Hoca

Nasreddin Hoca’nın da Yûnus Emre gibi milletimize mâl olduğu ve hattâ paylaşılamadığı fikri, Öyle doğru ve şaşmaz bir ölçüdür ki; her ikisinin de Anadolu’nun pek çok yerinde kabri veyâ makamı bu yüzden mevcuttur.

Fakat, şunu da şakadan öteye bir ihtimâl olarak düşünmeli ki; gerek Yûnus, gerek Mevlânâ ve diğer büyük insanlar gibi Hoca Nasreddin de bu gidişle tutup bütün dünyâya mâl olabilir.

Nasıl mı diyorsunuz?

Efendim, kurt kocayınca kuçu kuçuların maskarası olurmuş ya şu sıralar Türk Milletini kocamış zannedenler gemi azıya almış durumda ya..

Yâni, zekâ özürlülerin, millî târih câhili ve sömürge aydınlarıyla Türk düşmanlarının (hepsi ermeni) ya..

-Evet, n’olmuş? Şu sıralar Ermeni çok, düne kadar lisân-ı hâl ile (hepimiz Kürdüz!) diyenler bugün böyle söylüyor. Yarın da yeri gelir(!) (hepimiz Rum’uz!) derler. Bunların Hoca Nasreddin’le, Yûnus veyâ Mevlânâ’yla ne ilgileri var?

-Efendim, bendeniz de onu arz edecektim; eğer bizler kendi kültürümüzün, kendi imânımızın zirvesini teşkîl eden büyüklerimize sâhip çıkmazsak; hiç utanmadan Karagöz’le Hacivat’ı elimizden almaya çalışanlar, Hoca’yı da diğerlerini de sâhiplenir diye korkmalı!

Korkmalı ve çok çalışmalıyız.

-Zâten, lâfla peynir gemisi yürütmeye çalışırken, elin oğlu Baklavayı bile elimizden aldı. Ama, senin biraz önceki sözlerine tamâmen katılmakla birlikte, Türk büyüklerine hiç kimse el atamaz, onları sâhiplenemez diye düşünüyorum.

-Canım niye öyle söylüyorsunuz, İran bugünkü mollaların eline düştü de Hazret-i Mevlânâ Türk değildir, İran’lıdır iddialarından biraz nefes aldık.

-Haklısınız!

Benim bu inancımın sebebi şu: gerek Hoca Nasreddin, gerekse Yûnus ve Mevlânâ gibi zevât, ne baklavaya benzer, ne de Karagözle Hacivat’a.. hamurdan ve deriden ibâret nesneler belki kendilerini ve sevdiklerini korumaktan âcizdir; ancak diğerlerinin ruhâniyeti böyle bir aczden münezzehtir ve kendileriyle oynamaya kalkanları çarparlar.

Fakat, bunun böyle olması, bizim yan gelip yatmamızı gerektirmez.

Elbette (Hepimiz Türküz!) diyenlerin sesini duyurması ve çok çalışması lâzımdır.

Başlangıçta söylediğiniz:(bu gidişle Hoca da Yûnus ve Mevlânâ da bütün dünyâya mâl olabilir) cümlesinin kinâyeli bir söz olduğunu biliyorum.

-Elbette.. çünkü onlar, zâten bütün insanlığa mâl olmuşlar. Seslendikleri kitle,gelmiş ve gelecek bütün beşeriyettir. Ne ki, insanlık âlemi onların sesini duyamıyor. Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler fehvâsınca; bizlerin de o sesi işittiğimiz pek söylenemez.

İşin bir başka cephesi daha var ki, asıl önemli husus,budur:

Pek çok araştırmacıya yıllarını, ömrünü verdirmiş suallerin biri de: (Yûnus gerçekten nereliydi?) Yâhut, (Hoca Nasreddin nerede nasıl yaşadı?) gibi özetlenen mes’eledir.

Buradan, zaman içinde bir (Hangi Yûnus?) düşüncesi doğmuşsa bile, henüz (Hangi Nasreddin?) noktasına gelinmemiştir.

Sözü uzatmayalım, ortada inkârı mümkün olmayan bir gerçek vardır ve yıllardan beri de söylenip, yazılıp durmaktadır.

Üstte bendenizin de sayıklayıp durduğum aynı şeydir ki; Yûnus demek de, Hoca Nasreddin demek de Mevlânâ veyâ Köroğlu demek de sâdece ve sâdece (Millet) demektir; Türk Milleti demektir.

Yâni, Hoca Nasreddin meşrepli kimseler, bu milletin fertleri arasında öyle çoktur ki ve Hoca’nın mânevî zürriyeti o derece kuvvetle sürüp gitmektedir ki; devir devir çehreler ve isimler değişse de Hoca’nın hükmü kendi sahasında, diğer büyüklerimizin hükmü de gene kendi alanlarında yürümektedir.

Yûnus nasıl:

(Muhammed’in kösü vurulur bunda)

Diyerek, hükümranlığın ebediyete kadar dâimâ ve dâimâ Hazret-i Peygamber’de olacağı gerçeğini dile getiriyorsa; Hocamız da hükmünü yürütmektedir, yürütecektir.

Lûtfen, aşağıdaki nükteleri bu iddiâmıza küçük birer örnek diye kabûl ediniz:

  • (Lafonten, Ağustosböceği ile Karınca hikâyesini kendisinin bir ağustosböceği olduğunu düşünmeden yazdı.)
  • (BELKEMİĞİ – İnsanlar da tesbih esasına dayanılarak yaratılmıştır.)
  • (Biz, kadınımızın ölüsünü erkeğe yıkatmayız.)
  • (Alkışlara teşekkür için döndü; gördü ki yapı ve toprak işçileri ellerinin tozunu çırpmaktadır.)
  • (Düşünülüyorum; öyleyse varım.)
  • (Buz, suyun kış uykusuna yatmasıdır.)
  • (Elmas gibi ol ki yandığın zaman ne yerde külün, ne gökte dumanın kalsın.)
  • (Bütün renklerin nazarlığı sen oldun ey mâvi… sana nazarlık olabilecek rengi bulamadık.)
  • (Biri, dinim hakkı için… dedi, biri nâmusum üzerine.. dedi. Sen de, Kanadlarım hakkı için, diyebilirsin ey kuş!)
  • (Bir saçı okşamaz, bir alnı serinletmez, bir yelkeni şişirmez, bir eteği havalandırmazsın. Neyleyim senin gibi rüzgârı!)

Örnekleri daha da sıralamak mümkün.

Fakat bunları bir parmak bal diye düşünün ve gerisini sonraya bıraktığımızı arzedelim. Şu birkaç cümledeki zarâfeti, ince nüktedanlığı ve mânâ derinliğini görüyorsunuz, değil mi? Zâten bu incelikleri ve şu zarâfeti kıyısından kenarından anlayamayan birinin,bu sayfalarda ne işi vardır?

Peki, kimdir bu nüktelerin sâhibi? O da bir Hoca’dır ve bu unvan da Nasreddin Hoca’nın hocalığı gibi kendisine milletimiz tarafından verilmiştir. Yıllarca hocalık yapmış ve sayısız talebe yetiştirmiştir. O, (Ârif Hoca)dır. Ârif Nihat Asya’dır.


Hoca Nasreddin olmak zordur. Çünkü, edebi elden bırakmaksızın taşlayacak, hicvedecek, nükte yapacaksınız. Sınırları imanla, töreyle, terbiyeyle ve kısacası (irfan)la çizilmiş bir alanda hareket edeceksiniz.

Akıl ve zekânız sıra dışı bir seviyede olacak ve onları, işte o sınırlar dâhilinde kullanacaksınız.

Kelime haznesi dar, aklı kıt kimselerin şiir söylemesi ve nükte yapması ne derece mümkündür? Veyâ mümkün müdür?

Şiir yazıp söyleyen çok olsa da her şiir yazana (şâir) demek de imkânsızdır. Hele Ârif Hoca gibi (insan şâir) olabilmek…

İnanıyorum ki, devir devir nüktedan geçinip de isimleri anılmayan pek çok (zevzek), eğer Nasreddin Hoca’nın irfânına ve edebine azıcık yakın bulunsalardı, isimleri şimdi de anılırdı.

Târih boyunca adları anılan kim varsa, bu yolda pirleri Hoca Nasreddin’dir ve ahlâken O’na benzedikleri nisbette de yâd olunurlar. Diğerleri ise, yaşadıkları dönemlerde nasıl namlı olurlarsa olsunlar, Hoca’nın mâneviyatı bu sahte ve fânî ünü zihinlerden silip süpürüvermiştir.

Çünkü bu mesleğin Pîri, O’dur.

Gelelim, diğer Hoca’mıza.. Ve şiirdeki kudretini, diğer meziyetlerini de başka zamana bırakarak, şimdilik şu iki nüktesini arzedip; her iki Hoca’mıza da rahmet dileyerek sözü noktalayalım.

(TERMOMETRE: Ana sıcağını kalorifer sıcağından ayırt edemeyen zavallı âlet!)

(Ey baltalar, gürzler, palalar; ey yağlı kementler gelin…

Siz üzerime yürürken ben kendimi dedem Üçüncü Selim gibi neyimle müdafaa edeceğim.)

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Rıza Tekin UĞUREL
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!