Baalbek Câmii’nde vaaz yoluyla birkaç kelime söylüyordum; donmuş, gönlü ölmüş ve sûret âleminden mânâya yol bulamamış bir cemaat vardı.
Gördüm ki sözüm tesir etmiyor,
benim kızgın ateşim onların yaş odununa işlemiyor, “Hayvanları terbiye ediyorum, körler mahallesinde ayna satıyorum” diye hayıflandım.
Lâkin mânâ kapısı açıktı, söz zinciri uzundu. Çünkü, “Ona biz şahdamarından daha yakınız” âyeti üzerinde konuşuyordum. Sözü bir noktaya getirdim, şöyle söyledim:
“Dost bana benden daha yakındır.
Daha garip olan şey; ben ondan uzağım! Ne yapayım, ‘O benim kucağımda iken ben ondan ayrıyım!’ desem kim anlar?”
Ben bu sözün şarâbıyla sarhoştum ve kadehin fazlası elimdeydi. O anda cemaatin yakınından bir yolcu geçti. Kadehin son dönüşü ona dokundu.
Öyle bir haykırdı ki ötekiler de ona uyup, aşka geldiler, meclisteki hamlar coştular.
“Allah Allah! Dedim, haberdar olanlar yakında da; basîretsiz yakınlar, uzakta!”
Eğer dinleyici söz anlamıyorsa, söyleyenin rûhunda kuvvet arama! Sen, istek meydanına genişlik ver ki, konuşan, top çelsin.