Sûfî bir şâir ve tarîkat sâhibi bir mürşit olarak
Türk milletinin mânevî hayâtında asırlarca nüfûzu devâm eden ve çeşitli tarîkatler üzerinde de müessir olan Ahmed-i Yesevî dikkate değer bir şahsiyettir.
Şeyh Ferîd’ed-dîn-i Attar’ın ‘’Pîr-i Türkistan’’ şeklinde vasıflandırdığı Ahmed-i Yesevî’nin menkîbeleri ve kendisine isnad edilen kerâmetleri Türk dünyâsında öylesine yayılıp benimsenmiştir ki zamanla târihî hüviyeti unutulup, yerini menkıbevî hüviyeti almıştır.
Ahmed-i Yesevî kadar değişik coğrafyalarda yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın şöhreti olan ve bir velî mertebesine yükseltilen başka bir şahsiyet yok gibidir.
Kerâmetleri vefâtından sonra da devâm ettirilmiş, şahsiyeti etrâfında bugüne kadar canlılığını koruyan bir kült teşekkül etmiştir. Türbesi bugün dahî Kazak-Kırgız bozkırlarına hâkim olan bu kültürde, mukaddes merkez kabûl edilmiştir.
Bir şâir ve tarîkat sâhibi bir mürşit olarak Türk milletinin mânevî hayâtında asırlarca nüfûzu devâm eden ve çeşitli tarîkatler üzerinde de müessir olan Ahmed-i Yesevî dikkate değer bir şahsiyettir.
Şeyh Ferîd’ed-dîn-i Attar’ın ‘’Pîr-i Türkistan’’ şeklinde vasıflandırdığı Ahmed-i Yesevî’nin menkîbeleri ve kendisine isnad edilen kerâmetleri Türk dünyâsında öylesine yayılıp benimsenmiştir ki zamanla târihî hüviyeti unutulup, yerini menkıbevî hüviyeti almıştır.
Ahmed-i Yesevî kadar değişik coğrafyalarda yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın şöhreti olan ve bir velî mertebesine yükseltilen başka bir şahsiyet yok gibidir.
Kerâmetleri vefâtından sonra da devâm ettirilmiş, şahsiyeti etrâfında bugüne kadar canlılığını koruyan bir kült teşekkül etmiştir. Türbesi bugün dahî Kazak-Kırgız bozkırlarına hâkim olan bu kültürde, mukaddes merkez kabûl edilmiştir.
Rivâyetlere göre Ahmed-i Yesevî, Batı Türkistan’ın Çimkend şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım Irmağı’na dökülen Şâhyâr Nehri’nin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında dünyâya gelmiştir.
İsficâb veyâ Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası eskiden beri önemli bir yerleşme merkezi idi. Kasaba halkının ekserisini Türkler ve İranlılar teşkîl ediyordu. Bâzı kaynaklarda ve şiirinde de O’nun Yesi, bugünkü adıyla Türkistan’da dünyâya geldiği kaydedilmiştir.
Alî Şîr Nevâyî de meşhur (Nefehâtü’l-üns) tercümesinde, Ahmed Yesevî’nin mevlid ve menşe’ini Yesi olarak göstermektedir.
Ahmed-i Yesevî’nin doğum târihi de kesin şekilde bilinmemektedir. Kaynaklarda olduğu gibi, hikmetlerinde de bu hususla ilgili bir kayıt bulunmamaktadır.
Ancak Yûsuf-ı Hemedânî’ye intisâbı ve onun halîfelerinden oluşu dikkate alınırsa, (Milâdî XI.) yüz yılın ikinci yarısında dünyâya geldiğini kabûl etmek mümkün olacaktır.
Babası, Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olup, çevresinde bir takım kerâmetleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz.Alî ahfâdından olduğu kabûl edilen Şeyh İbrâhim adlı bir zâttır. Annesi ise Şeyh İbrâhim halîfelerinden Mûsâ Şeyh’in kızı Ayşe Hâtun’dur.
Ahmed, Şeyh İbrâhim’in Gevher Şehnâz adlı kızından sonra dünyâya gelen ikinci çocuğu idi. Önce annesini, sonra da babasını kaybedince ablası ile yapayalnız kaldı.
Ahmed-i Yesevî, bir hikmetinde, babasının türbesini ‘’Aktürbet’’ şeklinde adlandırır.
Bu sıra kendisi yedi yaşlarında bir çocuk olduğundan, bakımını ve vesâyetini, ablası Gevher Şehnâz üzerine aldı.
Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra Gevher Şehnâz, kardeşini de yanına alarak, bilinmeyen bir sebeple Yesi’ye yerleşir. Oğuz Han’ın, menkıbesinde pâyitahtı olarak gösterilen Yesi şehri, önemli bir merkezdi.
Şehirde o sıra Arslan Baba veyâ Arslan Bâb adlı bir Türk şeyhinin temsîl edip yaydığı bir tasavvuf an’anesi mevcûd idi. Hikmetler’in birinde de Arslan Baba’nın Arap asıllı olduğu ifâde edilmiştir.
İlk tahsîline Yesi’de başlayan Ahmed, küçük yaşına rağmen bir takım tecellîlere mazhar olması; beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çeker.
Daha bu yaşta Hz.Hızır’ın delâletine nâil olan Ahmed, Yesi’de Arslan Baba’ya intisap ederek kendisine mânevî bir baba olan bu büyük mürşitten feyz almaya başlar. Arslan Baba’ya intisâbında yedi yaşında bulunduğu hikmetler’de de ifâde edilmiştir.
Rivâyete göre Arslan Baba dört yüz veyâ yedi yüz yıl yaşamış,ashâbın önde gelenlerinden bir zâttı.
Arslan Baba’nın Yesi’ye gelerek Ahmed’i bulması ve Hazret-i Peygamber’in, kendisine teslim ettiği emâneti vermesi, terbiyesi ile meşgûl olup, irşâd etmesi; Hz.Peygamber’in mânevî bir işâret ve delâletine dayanıyordu.
Hikmetler’de Arslan Baba’nın ashâbın ulularından olduğu, dünyâ rahatına ve nîmetlerine değer vermediği, bir diken kulübesinde ömür geçirdiği, Hz.Peygamber’in takdîrine mazhar olduğu ve Hz.Peygamber’in, böyle ümmeti olduğu için Allah’a şükür kıldığı anlatılır.