“Âşıkların işine akıl ermez…
Dertlerine devâ olmaz… Onlara dert, zâten en zararlı devâdır. Aşka düşmeyen, aşk vâdîsinde konaklayamayan kişileri doğruyolu bulmuş, murâdına ermiş saymayın!
Dostlar ye’se düşmeyin! Zahmetten sonra rahmete kavuşursunuz. Ancak, sevgiden başka bir elbise giymeyin… Sevgiden başka bir libâsa bürünmeyin!
Aşk büyülerinin ipi düğümlenmiştir. Aşkın elem ve eziyet ateşi yalımlanmıştır. Aşk, bir nîmettir ki; bulmaya çalışmayan mahrûm olur gider.
Aşkı elden kaçırırsanız gaflete düşmeyin! Araştırın, bulmaya savaşın onu… Aklınızı başınıza alın; ne uyuyun, ne yiyin, ona ulaşmadıkça! Onu görmedikçe rahat etmeyin!
Gönlünde dert olanın, yolunu yağmur nerden vurur?
Çamur onu nasıl yoldan alıkor? O, ancak aşkta konaklar… Başka konağı yoktur onun!”
“Bir ömürdür, gönlüm, aşkıyle âvâre oldu. O’nu arayıp duruyordum; bir de baktım ki, zavallı gönül, bir güzelce Tanrı’ya yapışmış meğer!”
“Ebedîlik yurdunda öldürülenleri, fakat, canları diri olanları gör; genç Mansur gibi râzılık darağacına asılmışlar.
Ey aşk, Pâdişahım sensin! Benim için bir darağacı kur; asılmamış kandil, evi ışıtmaz. Erlere yapışan kişinin ayağının toprağıyım… Kimyâya sarılan bakıra kulum, köleyim ben!”
“Cömert, sanki bir korkak kişidir ki; tehlikeye düşmüş de, malını mülkünü, sığındığı mağarada vermiş! Sûfi ise, Mustafâ’ya sarılmış Ebûbekir’dir âdetâ!”
“Can, bilgiyle bir dağdır.
Bedense, bir saman çöpü sanki! Bir saman çöpünün, koca bir dağı tutup kaldırdığını kim görmüştür?”
“Yüce kişilerin canları bile, bu işin sonucu nedir, nasıldır diye kan olmuş! Kötü zanna kapılanların canlarıysa sonunda başaşağı asıla kalmış.
Yüce erlerin tertemiz canları, canın önceden ektiği tohumu görmüş de, sonu düşünmekden vazgeçmiş, başlangıca sarılmış!
Asıl seslenen, gönüldür! Gönlün sesidir, beden dağına akseden!
Ey, sese yapışan; sus da sesin geldiği yere sarıl!
Dilden çıkan söz, kibir verir. Kibir de senin yalvarışını yer bitirir. Kibrinden ayrıl da ululuk ıssına yapış!”