LEDÜN İLMİ’nin yâni mânevî ilmin tâlim ve tedrîsini esas alan tasavvuf kültürümüzde,
Ehl-i Beyt’in çok ayrı bir yeri vardır.
Zîrâ ilk dört halîfeye nisbet edilen ana tarîklerden birisi, Hazret-i Ali’ye dayanır.
Buna göre irşad makamı, mânevî bir silsile ile Hz.Ali vâsıtasiyle Hazret-i Peygamber’e ulaşır ve seyr ü sülûk erkânında zikir telkîni, Peygamber Efendimiz’in Hazret-i Ali’ye gösterdiği şekliyle icrâ olunur.
Ayrıca, Turûk-ı Alîyye olarak bilinen bu tarîklerin silsilelerinde, Hz.Ali ile birlikte Hazret-i Peygamber’in ilk sekiz torunundan bir veyâ daha fazlası mutlaka yer almaktadır.
Bu silsile, “silsiletü’z-zeheb” yâni “Altın Silsile” olarak isimlendirilir.
Ehl-i Beyt sevgisi ve onlara duyulan hürmet, Müslüman oluşlarından îtibâren Türk-İslâm coğrafyasında da kendine has güzellikleriyle birlikte yaşanır hâldedir.
Peygamber Efendimiz ve O’nun âilesi, bizim îman hayâtımızda birbirlerinden ayrı düşünülmemiştir.
Onlara karşı beslenen muhabbet, bağlılık, ta’zîm, salât ve selâm kaynaklı duygular, halkımızın gönlünde ve dilinde çeşitli inceliklerle bezeli edebî ifâdelere bürünmüş; Türk Edebiyâtı geleneğine manzum ve mensur çok özel eserler kazandırılmıştır.
Maktel-i Hüseyin’ler, Kerbelâ Mersiyeleri, Hazret-i Ali Na’tleri, Na’t-ı Düvâzdehler, Hz.Ali Cenkleri ve Hz.Fâtıma Mevlidleri gibi çeşitler,öncelikle sayılabilir.
Tekke edebiyâtında da ehl-i beyt kaynaklı zengin bir muhtevâ ortaya çıkmıştır.
Bu sözler, kimi zaman şiir olup gönüllerden dile dökülmüş, kimi zaman da nağme olup Nefes’e dönüşmüştür.
Ayrıca, Âl-i Muhammed’in isimleri ve Ehl-i Beyt hakkındaki âyet, hadîs ve kıt’alar muhtelif istiflerle levhalara nakşedilmiş; hüsn-i hat san’atının en nâdîde örnekleri asırlardan beri câmi, dergâh ve evlerin duvarlarını süslemiştir.
Hazret-i Fatma’ya ise, vatan coğrafyamızda çok ayrı bir değer verildiği mâlûmdur.
Yemekler, Fatma Anamız adına edilen duâlar bereketiyle pişirilir. Kız çocuklarının göbekleri kesilirken onlara Fatma ismi bilhassa verilir. Fatma Ana’nın eli; uğurun, kolaylığın ve şifânın timsâli kabûl edilmiştir.
Kezâ Fatma ismiyle birlikte Ali, Hasan ve Hüseyin adlarının, Mehemmed’den sonra en fazla tercîh edilen isimler olması, bu âileye mensup şahsiyetlere beslenen aşkın ve muhabbetin açık birer belgesidir.
Ehl-i Beyt sevgisinden ibâret kültürün tesirlerine Fütüvvet ve Ahî teşkilâtlarında da rastlanır. Bilindiği gibi fütüvvet kavramı, Hz.Ali’nin şahsında temsîl edilmekte ve fütüvvetin âdap ve erkânı arasında Ehl-i Beyt’e dayalı sayısız unsur bulunmaktadır.
Ehl-i Beyt’e gösterilen îtibar ve ihtiram, târihe bakıldığında sâdece toplumda değil, devlet nezdinde de özellik arzeder.
Türk İslâm Edebiyâtı’nın ilk örneklerinden olan; Yusuf Has Hâcib tarafından 1070 târihinde kaleme alınıp Karahanlı Devleti Hâkanı Buğra Han’a takdîm edilen Kutadgu Bilig isimli eserde, ülkenin yöneticisine Ehl-i Beyt’le münâsebetlerinde şu tavsiyelerde bulunulmuştur:
“Hizmetkârlardan başka ve beyin adamları dışında,münâsebette bulunacak kimseler şunlardır:
Bunlardan biri, Peygamber’ın neslidir; bunlara hürmet edersen, devlete ve saâdete kavuşursun. Bunları pek çok ve gönülden sev; onlara iyi bak ve yardımda bulun.
Bunlar Ehl-i Beyt’tır, Peygamber’ın uruğudur; ey kardeş, sen de onları, Sevgili Peygamber için sev.
Ağızlarından yakışıksız bir söz çıkmadıkça, onların içini dışını ve aslını esâsını araştırma.”
Bu şekilde, yâni Âl-i Muhammed’e sevgi, saygı gösterme ve onları maddî-mânevî her alanda koruma gayretleri sonucunda “Nikabet Müessesesi” doğmuştur. Devletin bir organı olarak çalışan Nikabet müessesesinin temel vazîfesi, Seyyid’lerin neseplerini doğru şekilde tesbit etmekti.
Âl-i Muhammed’in zekât alması haram olduğu için nakipler, maîşet sıkıntısı çeken seyyidlere dâimî olarak tahsîsat bağlarlardı.
Ayrıca bu müessese vâsıtasıyla seyyidlerin hatâlı fiillerden korunmasına çalışıldığı da görülmektedir.
Osmanlı Devleti’nde, bu kurum, Nakîbü’l-eşraflık adını almış ve toplumda her zaman hürmet edilen Seyyid ve Şerîf’lere bir takım sosyal ve iktisâdî ayrıcalıklar da tanınmıştır.
Ehl-i Beyt sevgisi; Sünnî, Alevî ve Câferîler için ayrıştırıcı değil, kaynaştırıcı bir özelliktir.
Muallim Nâci şöyle der:
(Dilâ ayrılma Âl-i Şâh-ı kevneyne muhabbetten
Ki zahm-ı ma’nevîye hubb-i Ehl-i Beyt merhemdir
Olursun kâma nâil hangisinden etsen isti’âf
Ekalim-i bekada her biri şâh-ı muazzamdır)