Biz, bu evde kirâcıyız. Dün geldik, yarın yolcuyuz.
Ama, bugün içinde bulunduğumuz bu binâyı kendi malımızmış gibi tasarrufla, muhâsebe ve mürâkabesizce, günümüzü gün ediyoruz.
Bu evi dayalı döşeli bulduk. Bugün bizim olan bu mekân, dün başkasınındı. Ve yarın yine bir başkasının olacak; ama düşünmüyor, düşünmeyi sevmiyoruz. Tefekkür bize göre değil… Gam, kasavet ve elemden azâde, hovarda bir kirâcıyız biz.
Güyâ dün bir kontrat yapmıştık. Nerede ahdine sâdık o ulvî kirâcılar?
Ve nerede biz?
Şu sel gibi gözyaşı, yarının endişesinden değil, zevk ve sefâ duvarını aşmış olmamızdandır.
Bizim çılgınca çığlıklarımıza karşı, hâlâ bizi burada tutan; bize göz yuman şu af ve merhamet timsâli Ev sâhibinin büyüklüğünü, merhametini ancak başımız sıkıştığında hatırlarız.
Bütün eşyâsı ev sâhibine âit olan bu binanın mefruşâtını -âdetâ- topyekûn kumarda kaybeden kimseler gibiyiz, kontratın sonunda, tamtakır sokakta kalacağımızı düşünebilsek…
Ve ah her şeyden evvel bâri düşünmeyi düşünebilsek!
Ama bu, düşünceyi çok ucuz ve basit şeylere değişen serkeş kiracıdan, çok büyük bir iş istemek değil mi?
Bizce ne dağlar kadar büyük ve altından daha kıymetli olan dün, ne de kapkaranlık gözüken yarın mühim; “dün de yarın da bugündür” deyip, takvimin yapraklarında hep aynı günü arzulamak… Hattâ buna önce kendimizi inandırmak, delilik değil de nedir?
İnsanoğlu oldu olası, çok istese de zamânı bir türlü durduramamıştır.
Dünyâ kuruldu kurulalı, bugünün bir de yarını mutlaka olmuş, olmaktadır ve olacaktır.
Hey hat ki yarını hiç gelmeyecekmiş gibi farz eden… Şu kontratın bitip, bir başka hayâtın başlayacağı -taşınacağı- o günü aslâ merak edip; oraya neleri götürebileceğini düşünmeyen “kirâcı”, bir bakıma gâyet zekî ve akıllıdır da!
Yemek saatlerini hiç şaşırmaz, altın ve döviz fiyatlarını günü gününe bilir. Bu dünyadaki varlık muhâsebesini yapmamıştır fakat falanca şarkıcı veya artistin hayâtını ve hakkındaki dedikoduları, bilir.
“Mâneviyat bankası”ndaki hesâbı tam takırdır ama, kirâcılardan bir kısmının yurtdışındaki hesapları yüklüdür.
Hâsılı, böyle koşturup durmayı…Yolun sonunun nereye çıkacağını bilmeden hayat sürmeyi “yaşamak” zanneden biz kirâcıları ölüm uykusundan uyandıracak kudret, “ululardan bir ulunun mübârek nefesi”nden gayrı ne olabilir?
(1969)
(Ocak 1970, Yeşilay Mecmuası’nda yayınlandı)