İçimizdeki her acı, bütün haykırışlar, atılmalar ve düşüp parçalanmalar hep aslımıza olan hasretimizden ve aslımızın bizi çeken sırrındandır.
***
Biz normal iken ebedî hakîkate âşıkız, ebedî hakîkat olan Allah da bize âşıktır. Derdimizim tedâvisiz olması, tek merhemim O’nda olduğunu bildiğimiz hâlde başka yerde arayışımızdandır.
Bize kollarını açan sevgilimize, bizi aldatmayan vefâlı ve en güzel sevgiliye neden dönmüyoruz?
Derdimiz, O’nun kalpına, gölgesine imrenmektendir. Taklide, gölgeye, öz nasıl fedâ edilir? Ebedîye, fânî nasıl üstün tutulabilir ve aklı ile övünen insan, nasıl bu derece kör olabilir?
***
Fakat belki de bizi güzelleştiren, kader ve tesâdüfün getirdiği acılardır. Eğer böyle ise ve biz bu kaderin Allah’dan geldiğine inanırsak, o zaman her şey değişir. Ve ihtimâl ki o zaman, bu acıların belki daha derin yaşamamıza bir yol olduğunu anlarız. Çünkü sevgi ve acı, derin bir hayâtın en temelli iki şartıdır.
***
Târihe göz gezdirilince kuvvette, zekâda, güzellikte en büyük tanınmış insanların dertler içinde ömürlerini geçirdikleri görülür. İnsanın, bu manzara karşısında (Acabâ dertsizler Allah tarafından unutulmuş, silik kimseler olmasın?) diyeceği geliyor.
***
Ondokuzuncu yüzyıla ve yirminci yüzyılın ilk günlerine düşüncesiyle hâkim olan Tolstoy, ölürken kendisine İncil okumalarını istemişti. Gazeteleri getirdiler. Kendisi hakkında yazılanları okumak istiyorlardı. (Hayır! Onları istemem!) diye bağırdı.
İncil’i aldılar ve (Dağda va’z)ı okudular. Bitince tekrar ettirdi. Sonra haykırdı: (Allahım! Allahım! Var olan yalnız Sensin! Ayakta duran yalnız Sensin, yalnız Sen kuvvetlisin! Ey kurtarıcı! Hiçliğimi Sen kuvvetinle ört!)
Sonra gözlerini kapadı, dudaklarını kıpırdattı, duâ ediyordu.
*
Anasını, babasını veya çocuğunu ve yâhut sevgilisini Hakk’dan ve hakîkatten daha çok seven hakîkate lâyık değildir.
İnsan, taptığı idealine lâyık olmalıdır. İkiliğe katlanamayan tek varlık, Allah’tır.
-Burhan TOPRAK/ Ballar Balını Buldum-