4.
Bir gün, Hazret-i Yetim, mübârek kılıcını Hayder-i Kerrâr’a verdi;” cihâdın mübârek olsun!” der gibiydi.
Hayder-i Kerrar’daki “kerrar”ın mânâsına tam uymak için; O da mübârek kılıcı mübârek dudaklarına götürdü, öpüp başına koydu ve herkesten önce kendine saldırdı; varlık diye, benlik diye her ne varsa doğrayıp, attı. Tekrar tekrar saldırdı.”Fütüvvet” kelimesi var ya,işte o gün zuhûra çıktı ve lügatlerde o gün yerini aldı.
Ortalık kan gölüne dönünce “Yâ Hay!” diye dirilip, doğruldu ve Hayber’e doğru elini gözüne siper edip, baktı. Çölün kavurucu sıcağında Hayber Kalesi bir hardal tânesi gibiydi; bir vuruşta canı bedeninden ayrılıverdi.
Fetâ’nın fetâlığı elindeki kılıçtan mıydı, yoksa,o kılıçla döktüğü kendi ciğer kanından mı?
Bu iki kelimeyi yan yana gelişigüzel kullanmak,olsa olsa benim gafletimdendir.Ben kim oluyorum da bir sayfada, hattâ aynı cümle içinde hem “ciğer”den ve hem de “kan”dan dem vuruyorum?
Kan ve ciğer,yan yana gelmez..gelmemeli!Eğer gelirlerse cihan yanıp tutuşur.
Lügatler, ne yazarsa yazsın; “kan” demek Kerbelâ demektir.
Gene lügatler ve coğrafya atlasları ne söylerse söylesin;
Kerbelâ demek de pâre pâre olmuş ciğer demektir; Hazret-i Yetim’in “ciğerpâreleri” demektir.
X
Evet, Kerbelâ demek, Hazret-i Yetim’in ciğerpâreleri demektir ve (Hayat inanmak ve mücâdele etmektir) diyen
Şehîd-i Kerbelâ’nın geride bıraktığı “Yetim-i Kerbelâ” demektir.
Artık Kerbelâ; belli bir ülkedeki belli bir arazi parçası değildir. On Muharrem gününden itibâren doğmuş ve doğacak olan her müminin nefsi ülkesi birer Kerbelâ olmuştur.
Sen, kanıyla her bir âlemi birer Kerbelâ hâline getiren
Zengin’in zenginliğine bak!
Yezid’in borusunun öttüğü o Kerbelâ’da kanını oluk oluk akıtmadıkça; varlığını sebîl etmedikçe can yetimini nasıl düze çıkarabilirsin? Nasıl emzirebilirsin? Ebû Türâb’ın dudaklarındaki sütü, nasıl bulabilirsin?