Hazret-i Ebûbekir de zengindi, Hazret-i Hatice de…
Zenginliklerine galebe çalan bir tarafları daha vardı ki;
ikisi de “ezel yetimi” idi. Yetimler Yurdu’nda “kalp” sayılan dünyâ akçesini “vermeye” tahsîs edip; yetim satın aldılar. Yetimlerin hürriyetini o yetimler için satın alıp,kendilerine teslim ettiler.
İki zenginlikten dünyâ zenginliğini Bilâl-i Habeşî gibi yetimlerin uğruna sebîl ettikçe Kureyş’in gözünde küçülüp gittiler. Kureyş dediğim bir cesetti. Onun gözünde küçülüp, güyâ fakirleşen, gerçekte büyümez mi?
Aynı, cesetle ruh gibi!
Nitekim, bir gün Hazret-i Sıddîk:
“Hiçbir şey görmedim ki onda Allah’ı görmeyeyim” diyecek zenginliğe ulaştı.
Hazret-i Hatîce ki,”Mü’minlerin Annesi” idi.O’nun yetimliğini örgüleştiren her nefesteki hasreti bütün yetimlere lif lif paylaştırılmıştır.Artık kıyâmete kadar her kim bir bedene bürünüp bu dünyâya gelirse Hazret-i Hatîce’nin hasretinden bir damlayı da berâberinde getirecektir.Her yetim;Şam’a ticâret gâyesiyle yollanan Hazret-i Yetim’den ayrılır ayrılmaz evinin damına çıkıp;gözyaşları içinde,vücûdunu kızgın çöl güneşine teslim eden Ana Yetim’den bir damarı,damarında taşıyacaktır.
Aklı fikri O’nda olan ve O’nun çöl sıcağında yol aldığını düşünen hiçbir yetim,evine kapanıp,kendini gölgeliğin serinliğine teslim edemez!Yetim’in rahat ve huzûru serin bir çatı altı değildir.
O,sâdece hasreti teneffüs eder ve ağlar.
Aynen,Hazret-i Hatîce gibi..
Damarında yetimlik mührü taşıyandan gayrısına da zâten ağlamak nasîbi düşmemiştir. Yetim olsun da, isterse odundan olsun. Böyle bir ağacın odunu, insanın odunundan evlâdır. Gelgelelim, insandan da ötede başkaca şerefli bir mahlûk yok vesselâm!
Her odun, her hurma kütüğü “ciz’un nahl’ vasfında olabilseydi, öyle ağlayabilseydi; insanoğlu tutup Hindûlar gibi öküz yerine Hurma Ağacı’na tapardı.
Hâlbuki, Hazret-i Yetim’in, üzerine basıp hutbe okuduğu o kuru direk; hemen yanıbaşına inşâ edilen minbere çıkan Efendimiz’in hasretine dayanamadı ve “hâmile bir deve gibi” ağladı.
Hazret-i Yetim’in,ağlamaktan ikiye ayrılan hurma direğine sarılmasını..onunla konuşmasını o anda orada ne kadar yetim varsa hepside duyup,gördü.
“Ben onu kucaklayıp tesellî etmeseydim ayrılığımdan ötürü kıyâmete kadar böyle ağlayacaktı” buyrulduğunu hesâba kat ve kendini iyice bir tart!
Sakın acelecilik yapma ve ” olmaz böyle şey” diye, kestirip atma! Zîra yetimlik damarı taşıyıp taşımadığının beratı, senin vereceğin o hükümde yatıyor.
İnsan aklı âciz kalınca, iki yönden birine yönelecektir; ya îman, ya da inkâr tarafına!
Mûcize kelimesinin mânâsı “âciz bırakan” demek değil mi? İşte, üstteki de bir mûcizedir ve senin yöneleceğin taraf da yetimliğinin veyâ nereye âit olduğunun belgesi sayılacaktır. Gerçi, hakîki yetim, mûcizelere kerâmetlere de îtibâr etmeyendir ama, onun gözyaşları artar, aşkı muhabbeti pekişir, o kadar.
Şimdi sor bakalım kendine:
—O hurma kütüğünün hasret ve muhabbeti bende ne zaman yeşerecek? Acaba yeşerecek bir bahta sâhip miyim?
Yâhut:
—Zenginlik nedir? Zengin olan, bu hurma kütüğü müdür yoksa müşrik Kureyş mi?
Müşrik Kureyş, senin nefsin ey ben!
Bırak..fırsat ver ki Kureyş seninle alay etsin;taşlasın,çamur atsın;onun gözünde fakirleş! Sen,vermeye bak!Verdikçe daha ver!Çünkü nefs akçesi,yetimler yurdunda batık bir kavmin kalp parasıdır,geçmez;değersizdir.Onu meraklısına bırak!
“Damarımda Ebû Cehil’lik olmamalı” niyâzını gönlünde taşıyorsan eğer;müşrik Kureyş’in zengini sayılacağına,Mü’min Yesrib’in fakirisin demektir.Bu ise,senin yetimliğinin bir müjdesi..bir habercisidir.
O haberciyi kolla!