1900 yılında, Çin’de meydana gelen kargaşalıkların en önemli sebebi, halk arasında Hristiyan misyonerlere karşı duyulan hoşnutsuzluktu.
Söz konusu misyonerlerin Çin’de çocuklarla meşgûl olan, küçük Çinlileri güyâ “îmana getirmeye uğraşan” bir kuruluşları vardı ki çocuklara yardım adı altında onları vaftiz için milyonlar sarf ederlerdi. “Oeuvre de la Sainte – Enfance” adını taşıyan bu teşkilâta âit derginin Haziran 1897 târihli sayısında şunlar yazılıdır:
“1884 yılından beri 20.552 tâne çocuğu ölürken vaftiz etmek fırsatına nâil olduk. Mukadderat, bizim işimizi çok kolaylaştırdı. Yâni korumamız altında bulunan çocukların önemli bir kısmını Allah yukarıya, kendi yanına aldı. Bir Hristiyan ülkesinde son derece üzüntü verici olan bu vakitsiz ölüm, bu dinsizlik ve putperestlik diyârında bir neş’e ve teselli sebebidir.”
Hani, ‘Merd-i Kıptî sirkatin söyler…’ deyimi buraya ne kadar da uygun!
‘…ölürken vaftiz etmek fırsatına nâil’ olmuşlar. Bunu söylerken efendilerine yaltaklanıyorlar.
Kendilerine teslim edilen 20 bin 552 Çinli bebeği öldürmüşler. Eğer aynı çocuk ölümleri bir Hristiyan ülkesinde olsaymış, son derece üzüntü verici bulurlarmış ama ‘bu dinsizlik ve putperestlik ülkesinde’(!) meydana geldiğine göre, ‘sevinç ve teselli’ sebebi olarak görüyoruz, diyorlar. Şu sualleri nasıl sormazsınız:
1-Binlerce bebek, nasıl oluyor da(!) topluca veya seri halde hayâtını kaybediveriyor? Salgın hastalığa mı kurban gittiler(!), yoksa başka bir sebebi mi var?
2-Bakılmaları için… Kandırdığınız Çinli âileler tarafından size ücret ödeyerek bıraktıkları binlerce bebeğin ölümü size neden ‘sevinç ve teselli sebebi’ oluyor?
Bu suallerin cevâbını zâten kendileri vermekte:
(Mukadderat, bizim işimizi çok kolaylaştırdı. Yâni korumamız altında bulunan çocukların önemli bir kısmını Allah yukarıya, kendi yanına aldı.)
Yâni işledikleri cinâyetlerin suçunu –hâşâ— Allah’ın üzerine atıyorlar. Belli ki Çinli âilelerden parayı alıp, bebekleri öldürüyor ve dünyâda Hristiyan nüfusun artmasını sağlıyorlar. Bu da onlara sevinç ve teselli kaynağı oluyor. Çünkü Hristiyan olmayan her insan veyâ millet, onlara göre “dinsiz ve putperesttir.”(!)
Bunlar bizim iftirâmız yahut yakıştırmamız değil, zâten îtiraf eden de aynı misyonerler:
Aynı derginin 21’inci sayısında (258’inci sayfada) ise şunlar var:
“Pekin’de ‘Mukaddes Bâkire’ yuvasını ziyâret ediniz. Çok mütevâzi bir kapısı vardır, fakat burası bu yıl pek çok yavruyu cennete götüren bir kapı olmuştur. Yarım dolar karşılığında ve bakılmak üzere buraya bırakılan 873 çocuktan 843 tânesi, mukaddes su ile vaftiz edilip hayâta yeniden doğduktan sonra ölmüşlerdir.”
Başka bir keşişin aynı dergide yayınlanan raporundan da şunları öğreniyoruz:
“Bize teslim edilen bir süt çocuğu ayda beş Frank’a mâl oluyor. Bu sevgili ve küçük ruhların bizi mümkün olduğu kadar çabuk terk ederek gökyüzüne uçmaları için Allah’a duâ ediyorum. Ama buna rağmen ölmeyecek olurlarsa onları besleyip terbiye edeceğimiz çok doğaldır.”
***
Evet… Misyonerlerin bundan iki yüz yıl önceki taktik ve metodları, söz konusu zaman aralığında pek çok değişiklikle daha da hızlanarak devam etmiş ve etmektedir. Hattâ bugün 1900’lü yıllarda olduğu gibi bebek ve çocukları öldürmeye gerek de kalmamıştır. Sanal dünyâ, medya… Sayısız savaş oyunları gibi modern araçlar, dünkü ilkel ve alenî cinâyetlerin yerini almış; fikir ve inanç boyutunda beyinleri yıkamaya milyar dolarlar harcanır olmuştur.
Dünyânın Hristiyan olmayan her yerinde en vahşi ve hayvanca tuzaklar nasıl hükmünü sürdürüyorsa, aynı iş, bizim ülkemizde daha da programlı olarak yıllardır uygulanmaktadır. Kendi insanımızı misyonerler ve benzeri yabancı tuzaklardan korumanın en zor tarafı ise, “kendi insanımıza kendi dinimizi ve değerlerimizi sevdirmekte çektiğimiz sıkıntı”dır. Evet, en büyük zorluk bu noktadadır. Misyonerlerin ekmeğine yağ süren de bu hassas ve çok önemli gerçektir. Taassuptan ve şekle takılıp kalmış bir din anlayışından şiddetle uzak durma telâşındaki zayıf bünyeli; İslâm’ın özünden nasiplenme yolunda dinî terbiye ve eğitim yoksunu insanların, belirli motifleri kullanan misyonerlerin kucağına düşmesi kadar tabiî ne olabilir?