Hani, küçüklüğünde bayram yerine götürmesi için babana yalvarırdın.
Halbuki o seni zâten oraya götürecekken, sen biran evvel gitmeyi arzular, acele ederdin. Fakat oraya varınca da başına buyruk olmayı ister…
Elini sıkı sıkı tutan babana, seni serbest bırakmasını, hattâ artık babana lüzum kalmadığını düşünürdün.
Baban sana, sanki yalnızca bayram yerine götürecek kadar gerekliydi.
Ama akşam karanlığı basınca korkmaya başlayacak ve eve dönmek için gene babana ihtiyâcın olacaktı. Yâni bayram yerinin şenlikli ve renkli câzibesi, sana babayı unuttururdu.
Bugünse, “Mâdem ki bunca yıl aradığım yolu buldum… Mâdem ki bu yoldan dönmeyi düşünmüyor ve bu yolun karı, fırtınası, karanlıkları bana vız geliyor…
Velhâsıl bu yolu ölesiye seviyorum”, diyorsun.
Ama burada dur bakalım, yoksa bu yolu senden önce yürüyenler yalnız mı, rehbersiz mi yürüdüler sanıyorsun?
Ne mümkün? Eğer böyle bir zanna kapılmışsan, aklını başına topla; hayâtınla kumar oynuyorsun demektir. Çünkü yolun tuzakları var, yol kesenleri var…
Mayın tarlasında dolaşmak, bunun yanında oyuncak gibi kalır. Hiçbir yol, delilsiz gidilmez ve hiçbir gemi, kılavuzsuz denizlere açılmazken; bu yol hiç rehbersiz olur mu?
Hepimiz, hangi yaşa gelirsek gelelim, gerçek karşısında çocuk kadar bilgisiz ve acemiyiz.
Bu bakımdan dün sokağa çıkmak, bayram yerine gitmek için elinden tutan babana ne kadar muhtaç idiysen, bugün de bu yolda bir rehbere işte böyle mecbur ve muhtaçsın.
Yoksa kaybolursun. Bayram yerinin renkli ve şatafatlı câzibesi gerilerde mi kaldı sanıyorsun?
Dünyâ bir bayram yeri…
-“Benim rehberim yok” mu dedin? “Bilmiyorum” mu dedin?
Senin bilmiyor olman değil; “biliniyor olman” önemli… Eğer bir rehbere ihtiyâcın olduğunu düşünüyorsan, doğmadan önce bir rehbere bağlı olabileceğini düşünmeye başla!
Nasıl olsa biliniyorsundur.
Ağustos, 1969