“Bârigâhının feleğinden
Cihanlar ihsân ediyorsun;
Benim (Vâdi-i Sinâ)mdan
Bir tecellîyi mi esirgiyorsun?”
Muhammed İKBÂL
I.
Adamın biri meydan meydan dolaşıp, bağırıyordu:
-Haydi, hana gel, yolcu! Hana gel, burada bir koyan on alıyor!
Bu tellâlı uzunca müddet seyrettim.
Yolcu nerede, han nerdeydi? Düşündüm; gaflet serde, göze perde.. Ben bir âsî, bir sergerde!
Onca kalabalığa rağmen, tellâl, sâdece bana sesleniyor gibiydi. Kimsenin adama aldırış etmediğine bakılırsa, durum böyleydi. Evet, resmen beni tâkîb ediyor ve bana sesleniyordu.
İyi ama, benim bir yere gittiğim gideceğim yoktu.. hattâ buralarda işim çoktu. Yolcu olduğumu kim söyledi?
Üstüne üstlük, rüşvet teklif edilen bir han da görülmüş duyulmuş şey değildi. Yoksa, tellâlın sözünü ettiği hanın bana ihtiyâcı mı vardı? Amele pazarından işçi toplayan inşaat kalfası gibi ne diye “gel, gel!” diye kendi tarafına çağırıyordu?
Peşime adam takıp bir de rüşvet teklif ettiklerine göre, söz konusu hanın bana muhtâç olduğu ap-açık belliydi.
Bu durum, beni düşüncelere saldı..
Ben ki ne de çok mârifeti, hüneri olan biriydim.
Düşündükçe bir saat gibi kuruldum ve bu yüzden inat ettim, kazığımı bulunduğum yere iyice çaktım. Tellâl da inatçıydı ama, ben ondan da inatçı olduğumu gösterdim. Adama sırtımı dönüp yürüdüm.
Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim. Aynı, masallardaki gibi…
Nice sonra, dönüp ardıma baktım ki ne göreyim?
Bir arpa boyu yol gitmemişim. Hâlbuki ne de çok terlemişim.
Hayret ettim desem, yalan!
Filân yıllık ömür boşa, filân yıllık gayret talan!
Dedim, imdat! Bu iş, ömür törpüsü! Hayrete daha çok yol varmış meğer.
Hayret dediğim, Han’a doğru giderken, sağda, hayret köprüsü.
Bu sırada tellâlın sesi yeniden duyuldu:
“Tâat bu imiş ancak, râhat bu imiş ancak
İzzet bu imiş ancak, bu hizmete erince!”