Uzun zamandan beri devam eden Türk – İran muhârebelerinde (1576–1639), bir aralık bizi pusuya düşürüp mağlûp etmişlerdi. Buna rağmen Şah, barış için elçiler göndermişti. Gelen elçiler, son zaferin verdiği gururla pek kibirli idiler.
Elçiler, Serdar Çadırına öyle bir zamanda geldiler ki, şiddetli rüzgâr esiyor; çadırları kaldırıp atıyor, tozu dumana katıyordu.
İşte böyle bir zamanda, hindi ibiği gibi uzun bir burnu olduğundan, kendisine “Burun Kasım” denilen elçi:
“—Hem sulh eder, hem de asker sevk edersiz! Sizin hangi sözünüze inanalım? Sözünüzü böyle mi tutarsız?”
Diyerek, iki saat kadar kimseye söz vermeden konuştu. Bir ara yutkundu. Bunu fırsat bilen Dilâver Paşa, mevzu değiştirmek için:
“Kasım Beğ, bu diyar ne acâyip diyar? Rüzgâr hep böyle mi eser?”
Dedi.
Kasım Beğ, cevap vermeye hazırlanırken, Bâki Paşa, atılıp:
“—Yok, sultânım, her zaman böyle esmez! Bu rüzgâr, Kasım Beğ’in burnundandır; o gidince fırtınadan da eser kalmaz!”
Dedi.
Orada bulunanlar kahkaha ile güldüler ve iki tarafın da sinirleri yatışıp, dostâne şekilde barışıp, anlaştılar.