Bugün,Hazret-i Mevlânâ’nın 811’inci doğum yıldönümü… Bu vesîleyle toplanmış bulunuyoruz.
Her sene bu programı ve ikrâmı hazırlayıp sizlere sunan Kütahya Aydınlar Ocağı ve Kütahya Mevlâna Araştırmaları Kültür Sanat Derneği mensupları adına hepinizi saygıyla selâmlıyorum efendim.
Hz.Mevlânâ için, Ken’an Rifâî Hazretleri: “O, insanlık âlemine Hakk’ın bir tebessümüdür” diyor. Acaba “Hakk’ın tebessümü” tâbiri ile ne kast ediliyor… Hiç düşünüyor muyuz?
Bir an için düşünelim… Hâşâ, insanın insana tebessümü hakkında ne hisseder ve nasıl bir duyguya kapılırız? Ki, Allah’ın bütün insanlara tebessümünü anlamaya çalışalım.
Bizzat Hazret-i Pîr tarafından verilmiş olan bu sualin cevâbı, şudur:
“ Âlemde halka imdat eden bir takım arslan adamlar vardır ki, mazlumların feryat ve istimdatlarını işitince, onların yardımlarına koşarlar. Zulüm görenlerin feryâdını, onlar her yerden işitirler ve Hakk’ın rahmeti gibi o tarafa koşarlar. Dünya bozukluklarının direkleri, gizli hastalıkların hekimleri olan o zevât-ı kiram… Şefkat ve rahmetten ibârettirler. Hakk gibi illetsiz ve rüşvetsizdirler. Bunlardan birine, “Bu yardımı niçin yapıyorsun?” diye sorsan; o, “Mazlumun gam ve kederi ve bîçâreliği için” cevabını verir.”
( Hz. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (k.s.) Tâhir-ül Mevlevî – Şerh-i Mesnevî: 5880 – 81)
Demek ki “âlemde halka imdad eden arslan adamlardan” biri olan Koca Pîr’i bilmek, bulmak ve doğru anlamak, Cenâb-ı Hakk’ın bizlerin yüzüne gülümsemesi oluyor.
Bildiğimiz gibi Hazret-i Mevlânâ ve eserleri bir güle benzetiliyor…Gülün kokusunu tarif eder, fakat o kokuyu duyuramayız. Bu noktada Kaygusuz Abdal, sözün hasını söyleyerek şöyle diyor: “Bulmak değil bulmak, bilmek değil bilmek, evliyâya gönül verip rengine boyanmaktır.”
Hazret-i Mevlânâ’yı bilmeyen, anlamayan, O’nun rengine boyanmaya heveslenmeyen… İslâm’ı ve Resûlullah Efendimiz’i onun benimsediği zerâfet ve incelikle yaşamayan kimselerin hâli ise, ortadadır.
Vahşeti, cinâyeti İslâmiyet’le hâşâ eşdeğer sayan…Kan döken, çevremizi barut fıçısına döndürenlerin yüce dînimizle bir ilgisinin, Hakk’ın tebessümüyle herhangi alâkalarının bulunduğu söylenebilir mi? Ve böylelerine “Müslüman” denilebilir mi?
Acaba “insan” demek mümkün müdür?
Eğer bu gün iki yakamız bir araya gelmiyorsa; Şâir İkbâl’in, kabahati İslâmiyette değil, bizim müslümanlığımızda aramamızı söylemesi gibi, biz de suçu, yeryüzünün muhteşem ahlâk âbidesi Hazret-i Mevlânâ’yı anlayıp, bilmek gafletindeki inat ve cehâletimizi kabullenip, bir an önce daldığımız uykudan uyanmalıyız.
O hâlde, sâdece Müslüman-Türk insanına değil, topyekûn insanlık âlemine Mevlânâ’yı anlayan-seven ve Cenâb-ı Hakk’ın tebessümüne mazhar olan…Yâni Allah’ın cemâliyle muâmele edeceği bir idrâk, bir nasip niyâz etmek gerekiyor.
Biz de bu niyazla geleneğe uyuyor ve sofra gülbankiyle sizlere hoş geldiniz diyoruz.
30 Eylül 2018