Sevgili Dostlar! Bildiğiniz gibi bugün, Regaip Kandili…
Hepinizin kandilini tebrik ediyor ve hayırlar getirmesini, Yüce Allah’dan niyaz ediyorum. Peygamber Efendimiz: “Önce selâm, sonra kelam.” buyuyor. Buradaki “kelâm” sözü üzerinde biraz durmak istiyorum.
Arapça asıllı olan KAVL ve KELAM kelimelerinin her ikisi de “SÖZ” demekti Ancak KELAM, Yani söz söylemek ve konuşmak, Allah’ın sıfatı olduğu için KAVL’ den farklı olarak; “Tam ve faydalı söz” mânâsındadır.
Kelâm’dan türeyen KELİME ise, Cenab-ı Hakk’ın buyruklarından veya tam ve faydalı sözlerden her birine verilen bir isim olmuştur.
O halde, “önce selâm, sonra kelâm” buyrulmasındaki mânâ; insanların, selâmlaşarak söze başlaması ve başlanan sözün de, tam ve faydalı olmasıdır.
Allah’ın kelâm sıfatının tecellîsine mazhar olan insan, bu ilâhî emâneti yine Allah’ın rızâsı dâhilinde ve bütün mahlûkata faydalı olacak tarzda kullanmalıdır. Aksi halde, emânete hıyânet etmiş olur. İnsanın, hem nefesleri sayılı olacaktır ve hem de akıl gibi, vakit gibi diğer nîmetleri, aynı insan, boş ve faydasız sözler için harcayacak; Kelâma değil, herhangi sözlere harcayacaktır. İnanılır gibi değil ..
Türkçemizde “boş lâf”, “fuzûlî lâkırdı”, “Boş söz” gibi deyimleri çok duyarız. Fakat siz hiç, “Boş kelâm” diye bir tâbirin kullanıldığını duydunuz mu? Duyamazsınız. Çünkü “Boş Kelâm” olmaz! Biraz önceki Hadis-i Şerif’i kulakla duyup, biliyoruz zannederek, selâmlaştıktan sonra faydasız; gıybet ve dedikodu, yâhut hırs, öfke veya fitne kokan sözlere başlamak Allah’ın ve Resulullah’ın rızâsına uymaz.
Kandil’e gelince… Merhum Arif Nihat Asya:
“Bir müjdeli akşam ki
Regaip derler Şükran kesilir Tanrı ‘ya
gökler, yerler ..
Baştan başa mâbetlerimiz incileşen
Kandillerdir, Sedefleşen mermerler”,
diyerek, bu geceyi çok zarif şekilde anlatır. Evet, Regaip, bütün beşeriyete bir müjdeli akşamdır. Çünkü, bir Hadislerinde:
“Ben, tertemiz rahimlerden geliyorum.” buyuran Efendimiz; bu gece ana rahmine düşmüştür, derler. Hattâ, şöyle anlatırlar:
(Bu konuda, yani Regaib Gecesi ile ilgili iki görüş vardır. Bunlardan birisi, Efendimiz’in ana rahmine düştüğüdür ki; bu, zayıf bir görüştür. Diğeri ise, bu gece, Peygamber Efendimiz’e Cenab-ı Hak’dan ilk manevi ilhamların, ilahi hediyelerin geldiği mübarek akşamdır ki, bu görüş, daha kuvvetli olan görüştür), derler. Karanlıklara batmış insanlığa bir haberci ve müjdeci olan, “münir”/Nur saçıcı olan Peygamberimizin ana rahmine düşmüş olduğu gece de elbet, müjdedir.
Ve Allah’ı tesbih edip duran her şey gibi, gökler ve yerler de, bu gece Allah’a şükran kesilir. Ki, şükreden yalnızca gökler ve yerler değildir. “Gökler ve yerler”den kasıt, onlarla birlikte gök ehli ve yer ehli demektir ..
Çünkü bütün mevcudat “OL!” emrinden beri, hep bu ânın hasretiyle beklemekte iken; ışığın, aydınlığın, nûrun gelmekte olduğunun ilk haberini almaktadır.
Hem gök ehli ve hem de yer ehli, “Kün” emrinden bu yana içinde bulunduğu karanlığın pırıl pırıl aydınlığa dönüşeceğini haber alınca, sevinmez mi? Öyle bir sevinçtir ki bu; ağızla, dille değil, bütün mahlûkatın bizzat varlıklarıyla öz benlikleriyle şükran kesilmesidir.
Sevgili Dostlar!
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’inde:
(Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun sıfatı, sanki içinde bir çerağ bulunan bir hücredir. O çerağ bir sırça kandil içindedir. O sırça -kandil de sanki bir inci-gibi parıldayan bir yıldızdır ki, güneşin doğduğu yere de, battığı yere de nisbeti olmayan mübârek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturulup yakılır. Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa da, hemen, hemen ışık verir. Bu ışık da, nûr üstünde nurdur.) buyurur.
Bu dünyada, Koca Yûnus’un ifadesiyle, “Yürük değirmenler gibi dönüp, Hakk’a giden” Hak Dostları din büyükleri; Nûr Sûresi’ni, biraz önce zikrettiğimiz 35. Ayeti’ndeki kandili, insan vücudu… O kandilin yağını ruh.. fitilini kalb.. Işığını, şavkını ise doğusu ve batısı olmayan nur diye tefsir etmişlerdir.
Ve demişlerdir ki: “Kimin kalbinde bu nur uyanırsa, o kimseye her gün ve gece KANDİL’dir. Hattâ, o insanın kendisi pırıl pırıl bir kandildir. “
Cümleye mübârek ola…
R.Tekin Uğurel, Harmanyeri, S.78