(…Evet; bu cihân içindeki yeri hardal tânesi kadar küçük olan bir dünyâda, insanoğlunu inşâ eden Kudret, onu sâdece maddenin eline bırakmak için yaratmış olabilir mi? Böyle sakat bir idrâk, kütleleri kendi kendini yıkacak bir nihilizme götürür.
İnkârcılık ise, vücûd iklîminde meydana getirdiği anarşiyle cemiyeti tuz-buz eder. Son devir insanının bu muvâzenesizlik yüzünden çekmekte olduğu ıztırâb, huzursuzluk çileleri gibi…)
X X X
(Kendini tanımayanın başkalarını tanımasına imkân yoktur.)
X X X
(Dünyânın bozuk düzen hasta, mecâlsiz düştüğü devirler, kifâyetsiz idârecilerin elinde karanlıklara gömülüp önlerini ardlarını görmedikleri zamanlardır.
Beşeriyet ne bulmuşsa tasavvuf şuûruna doğru yol aldığı zamanlarda bulmuştur. Ne kaybetmişse de ondan baş çektiği ve maddecilik taassubu ile elele verdiği zaman kaybetmiştir.
Tasavvuf, din duygusunun ahlâk ölçüsünün, san’at çırpınışlarının, zihnin tecessüs ettiği ilâhî oluşun bir sentezi ve dünyâ plânına yükselişidir.)
X X X
(Mutasavvıf yaşar, tasavvuf felsefesini yapan ise, mutasavvıfın yaşadığı hayâtın üstünde zihin yorar.)
X X X
(Cemiyetlerin, açık olmasa bile mutlaka bir gizli talebi, idârecisini kendi beğenmiş, seçmiş, çekip başına geçirmiştir.)
X X X
(Rehber ve önden gidici olanlar, değil yalnız zevk ve neş’elerinde, en basit hayat haklarında bile perhiz ve uyanıklık hâlinde bulunmağa mecburdurlar.)
X X X
(Kuvvetli insan, hiç bükülmeyen, zaaf tanımayan kimse değil, belki sığınmanın, yalvarmanın ve kul olmanın da tadını tatmış olan ve tabiatın dört mevsiminin çeşitli havasından kendisinde bir nebze bulunan kimsedir.)
X X X
(Büyük adam, muhîti tarafından yaratılan değil, muhîtini yapan ve yaratan kimsedir.)
X X X
(Zamâna hükmeden kimselerin çoğu, riyâset ve hükümranlıkta en keskin şehveti duyarlar. Fakat baş olmak külfetini sırf kütlenin nam ve hesâbına yüklenmiş olanlar için riyâset, bir vazîfe ve külfetten ibârettir.)
X X X
(Târih boyunca, Osmanlı İmparatorluğu’nun fikirler ve inançlar üstünde tazyik yaptığına şâhid olunmamıştır.)
X X X
(Kendini bir vicdan ve insanlık muhâsebesine tâbî tutmamış olan kimse, doğru, eğri, rastgele konuşur, durur.)