(Uyuma! Vahdet dergâhının Kapısını görmedikçe, uykuya varma!)
Hz.Mevlânâ
8.
Demişsin ki:
“-Benim yolcularım, seçilmişlerdir. Konaklayacak yolcu da seçilmişlerin seçilmişidir.
Onları, üç grupta görürüm;
Yönünü bana dönenler,
Bana doğru gelenler
Ve bende konaklayanlar.
Ben çağırdım mı mutlaka icâbet edilir.
Ben, gel diyeyim de yolcu olan gelmesin ha!.. Mümkün değil!”
Bu sözlerin ışığında düşünüyorum ve inşallah yanılmıyorumdur; küçük de olsa bir ümit ışığım var. Zîra, ne zaman başımı secdeye koysam; Han’ın kapılarını ardına kadar açık görüyorum.
Peki, ne demek bu?
Şu demek ki; “Bir’e on değil, Bir’e bin” veriyorsun. Ben, yolculuk istîdâdı kazanmak için huzûrunda yerlere sürünüyorum; sen, kapını ardına kadar açık tutuyorsun.
Bir kibrit çöpüne, ormanlar verecek kadar cömertsin!
“Bir mülke mâlik eylemiş uşşâkını ol pâdişah
Mülk-i Süleyman, onların yanında bir vîrânesi!”
Diyen şâir, doğruyu söylemiş.
Peki, bu nasıl han?
Bu nasıl han ki; salınıp gelen hiç kimse geri çevrilmez ve hiçbir yolcu da dâvetsiz gelemez!
Hem basit, hem muammâ..
Hem sarp, hem yokuş aşağı!
Hattâ, tam bir “ebem kuşağı!”
Dünyâ kuruldu kurulalı, ebem kuşağının altından geçebilen bir kulu târihler kaydetmiyor.
Ama bu, bir başka!
Bu bilmeceyi çözen, bu gökkuşağının altından hayran ve mest olarak geçebilen sayısız bahtlı var.
Söyleyin yolcular.. ah, o bahtlı yolcular; bu sırlı sualin cevâbı n’ola?
“Gözlerin yaşın ko aksın Hakkı yâ!
Böyle olur lü’lü-i lâ’lâ-yı aşk!”