Irmak boyunca yürürken, şunları düşündüm:
İnsan, ya Târık bin Ziyad olmalı, ya da Fâtih! Ya gemilerini yakabilmeli yâhut da karada gemi yüzdürmeli. İkisinden birini beceremeyen insan, yaşadım-yaşıyorum dememeli.
Kendimi tarttım ve gemilerimi karada yüzdürecek çapta Fâtihleşmenin benden fersah fersah uzakta olduğunu fark ettim. Ben, dehâ sâhibi biri değildim.
Bu düşüncelerle, geri dönüp tekrar yanlarına vardım, oturdum. İki kişiden biri, harâretle konuşuyordu:
…Târıklaşmayı kolay sandım ve gemilerimi ateşe verdim. Yangını, mağrur mağrur seyrettim.
Fakat sonra…
Meğer Târık bin Ziyad’ı böyle şöhret sâhibi yapan şey,gemilerini yakmak değilmiş, ric’ati, kaçışı geri dönüşü hayâtından topyekûn sürüp çıkarabilmesiymiş. Kalıcı,kararlı ve sebatkâr olmasıymış.
Ben, gemi yakmayı sonuç zannettim; hâlbuki sâdece başlangıçtan ibâretmiş.
Yanan, gemiler değil, benmişim meğer.
“Sen gideli…” diye başlayan cümleler kurmaya başlasam,ciltler tutan kitaplarım olurdu.Sen gideli, hâlâ bir Nuh Tûfânı yaşamaktayım. Sen bana Nûh’un gemisiydin ve gitmenle gemilerim yanmış gibiydi. Kendimi çâresiz ve güçsüz hissediyordum.. Çâresiz ve yalnız.
Acabâ, Endülüs’e çıkan ve geri dönüş ihtimâlini kendi eliyle yok eden Târık bin Ziyad da kendisini çâresiz, güçsüz ve yalnız hissetmiş miydi?
Sanmıyorum!
O, bir fetâ idi.. bir yiğitti. Onunki bu yüzden sonuçtu, benimkiyse, başlangıç.
Tûfan koptuğu zaman, Nûh’un gemisinden başka gemi yoktu. Bugün, benim için gene böyle.
Sen gideli, sular öyle kabardı, fırtınalar öyle arttı ki; tutunacak bir dalım, sığınacak bir yerim yok benim. Ne kara görünüyor, ne de ufukta gemi!
Ne Fâtih olmam mümkün, ne Târık..sen gideli, Tûfan yaşamaktayım artık.
“Sen gideli..” sözü,câhil sözü..ne gittiğin var,ne de gideceğin.
Ben, cehâlet noktasından öteye gidemedikçe, senin elbise değiştirmeni “gitmen” zannetmeyi sürdüreceğim ve bir herc ü merc içinde geçecek hayâtım. Hep aynı tûfânı yaşayacağım.
Gemi nerede, ben neredeyim?
Rıza Tekin Uğurel