Ağaçtan istenen şey, nedir?
Ya meyve vermesi yâhut da insanlara hayvanlara bir türlü hizmet etmesi!
Çiçekten beklenen de açılıp saçılması; koku ve renk cümbüşünü ortaya dökmesi.
Sen de insan olarak şu veyâ bu meyveye sâhipsen yâni bâzı meziyetlerin varsa, çevrene şu veyâ bu şekilde hizmet veriyorsan, ne mutlu! Ancak, seni besleyip büyüten toprağı unutmamalısın.
Yetişip büyüdüğün muhîti inkâra varan bir gaflete düşmemeli ve üzerinden sarkan meyveleri, yaprakları kendinden bilmemelisin.
Dalında küçücük bir çiçek bile varsa, toprağını ve saksını hiç ama hiç unutma!
Eğer bunu bildinse, gerisi önemsiz. Dünyâya gelmekten maksat, insanın insanlık vasıflarını kazanmasıdır. Sen, sana bahşedilen meziyet veya hünerlere bakarak, “Bu ağacı, şu çiçeği yetiştiren toprak, ne kadar da münbit ve mübârek…” vefakârlığını, herkesten önce kendine karşı göstermelisin.
Yağmurlara, rahmetlere, toprak altında gizli minerallere de aynı minnet duygularıyla vefâ göstermelisin.
Eğer: “Ben, bunca teferruâtı aklımda tutamam.” diyorsan; ben sana çok kestirme bir yol göstereyim.
Bu yol, şudur:
Ağaç da, çiçek de tefekkür ve akıl gibi yetkilerle yaratılmamıştır. Bu yüzden, onlar bu vefâ ve şükür sözünü, “kendilerine verilen vazîfeyi harfiyen yaparak” söylerler.
Böylece, toprağa ayrı, saksıya ayrı… Yağmura ayrı, minerallere ayrı teşekkür etmek yerine, hepsinin ve her şeyin “asıl sâhibine” şükretmeyi seçmişlerdir.
Hâlbuki insan, akıl gibi bir nîmetle donatıldığı için, hemen her bir şeyi düşünmek, tefekkür etmek zorundadır.
İnsanın meyvesinin tadı, gölgesinin serinliği, çiçeğinin rengi ve kokusu -özetle sâhip olduğu istîdat ve kaabiliyet gibi meziyetler- bu özellikleri verene yâni onların asıl Sâhibine âittir.
İşte, benim de sana anlatmak istediğim, budur. Karagöz oyunundaki tasvirleri görme… Karagözcü’yü gör!
Bunu bilip, unutmamak ve hayâtını buna göre düzene sokmak, en kestirme yoldur.