SEN BİR AZ-GELİŞMİŞSİN
Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser-biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mâzîdeki ihtişâmından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeğe başladı, “Asya, bir cüzamlılar diyârıdır.”
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına “Hayır delikanlı, diye fısıldadılar, sen bir az-gelişmişsin.”
Ve Hrıstiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu îdam yaftasını, bir “nişân-ı zîşân”(şanlı rütbenin madalyası) gibi gururla benimsedi aydınlarımız.
ASÂLETİNİ KAYBEDEN İRFAN
İrfânı hisarla kuşatmış Doğu, mâbede bezirgân sokmamış. Yıllarca davar gütmüş, odun taşımış çömez… Meş’aleyi çetin imtihanlardan sonra tutuşturmuşlar eline.”Emânetleri ehline tevdî ediniz” demişdin.
Mürit: ceset, can: mürşîdin nefesi. Hind’de hocaların soyadı taşınırmış. Karâbetlerin (yakınlıkların) en mukaddesi şâkirtle (çırakla) üstad arasındaki bağ.
Asırlar geçti, birer birer söndü meş’aleler. İrfân asâletini kaybetti. Hâfızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithâl edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor.
Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.
Cemil MERİÇ – Bu Ülke