“Tanrı’ya toprak olana melekler secde eder. Ona kara bir kul kesilene; güzelim gökyüzü köle olur, kul kesilir.”
“Sen aşka dayan, çünkü aşk baştanbaşa yüzdür, gözdür, bir yana dönüştür, seni özlemededir.
Zâten aşkın civârında yüzden, görünüşten başka birşey yoktur.”
Gönlüm, onu kıskanarak yanıp yakılıyor; iki gözüm O’na kırba kesildi. Fakat O, nerden ıslanacak? Deniz bile ancak topuğuna çıkıyor.
Bu aşk, bana konuk oldu, canımı vurdu, yaraladı; yüzlerce lûtuftur, ihsandır bu! Yüzlerce âferin, eline koluna!”
“Bırak ey âşık hileyi düzeni virâne ol, virâne! Ateşin tâ ortasına atıl, âdeta gönlüne gir de pervâne ol, pervâne!
Hem kendine yabancı kesil, hem evini yık da ondan sonra gel, âşıklarla aynı evde otur, ayni evde onlarla düş kalk!
Yürü, gönlünü, yedi kere yıka kinden de; sonra gel, aşk şarâbına kadeh kesil, kadeh!
Sevgiliye lâyık olman için, tâmamiyle can kesilmelisin… Sarhoşların yanına gidiyorsan; sarhoş ol, sarhoş!”
“Hevâ ve hevese meyletmek bir kilittir ki gönüllerimiz onunla kilitlenir. Sen anahtar ol… Anahtarların dişi kesil, anahtarların dişi!
Mustafâ Hannâne direğini okşadı. Bir ağaçtan da aşağı değilsin ya… Hannâne direği ol, Hannâne direği!
Süleyman, kuşdilini duy, öğren diyor sana! Hâlbuki sen bir tuzaksın ki kuş senden kaçıyor. Tuzak olma, yuva ol, yuva!
“Sevgilinin aşkıyla can ver!
Düğüm, aşksız çözülmez.”
“Yârabbi! Şarâbınla benzi gül gibi kızaranın gününe gün katılır, gerçekten de! Çünkü O, Hızır olmuştur.
Hızır gibi her an âb-ı hayatla abdest almadadır.”
-Dîvân-ı Kebîr’den-