18 Kasım 1994
“Vakit vakit, kendimi, bir müellifin emekle, dikkatle yazdığı.. içine hikmetler, nükte ve şiirler koyduğu bir kitaba benzetirim.
Evet, ben bir kitabım. Hem belki de kıymetli bir kitap. Fakat, bu kıymet, benim değil, bu yazıları yazanındır.
…bu, öyle bir eser ki okumak için, acılara katlanmak, müşküllere sataşmak lazım…”
Sevgili Radyo-TEK dinleyicileri!
Bugünkü sohbetimize melekleşmiş, hakiki bir Hak Dostu’nun sözleriyle başladık. Hepinize hayırlar ve saadetler diliyorum.
“Her insanın kitabı, (o insanın) arkadaşlarına bakılarak okunabilir.” diyor bir başka peygamber sevdâlısı… Zâten, bütün sevdâlar, bütün yalvarış ve yakarışlar; o Risâlet tahtının eşsiz hükümdarına yönelik, değil mi?
Sevgili dinleyenler..
“Bizim Hancı” adlı programımıza başlarken bunun bir sohbet programı olacağını… Sohbetin ise, birden fazla kimsenin katılıp, söz aldığı bir yumak yâhut kartopu olduğunu, bilhassa belirtmiştik.
Bir arı, tek başına bal yapamaz!
Öyleyse lütfen bizi arayın ve özünde sevgi bulunan gönül peteklerinizdeki cevheri ortaya dökün! Ezel dostluğumuzu, gönüllerdeki birliği, dışa vuralım.
“Gelin canlar, bir olalım!”
Vaktiyle toy ve zorba bir ilçe kaymakamı, vazifeye başladıktan bir müddet sonra, haber salmış ki: Filânca zaman, filânca köyü ziyârete gelecek. Köy halkı, hazırlanmış… Nihâyet, bahsedilen günde, köy odasında toplanmışlar. Nice sonra, “Küçük dağları ben yarattım.” havasındaki kaymakam, çevresindeki diğer memurlarla birlikte, çıkagelmiş.
İçeri girer girmez de, köylüler hemen ayağa fırlamışlar. Saygıya benzer hareketlerle kaymakamı selâmlamışlar.
Yalnız, içlerinden ihtiyarca biri, aynı çabukluğu gösterip, hemen kalkamamış.
Kaymakam, kızmış:
-“Baba!” demiş… “Sende, saygı yok mu? Neden ayağa kalkmadın? İçeriye bir büyük girdiğini görmüyor musun?”
Baba, yavaşça sormuş:
-“Büyük sen misin beğim?”
-“Evet, demiş kaymakam, benim!”
-“İyi de… Neyin büyüğüsün?”
-“Görmüyor musun? Buraların kaymakamıyım! Tanımadın mı yoksa?”
-“Onu görüyoruz beğim. Amma, hep kaymakam kalacak değilsin ya… Elbet daha da büyüyeceksin… Ben de aha bunu düşünürken, sen içeri girdin; daha da büyürsen, acaba ne olacaksın?”
Kaymakam, heyecanlanmış:
-“Mutasarrıf olacağım.”
-“Daha sonra?”
-“Ee… Vâli olurum.”
-“Daha daha..?”
-“Daha dahasını sana ben şöyle anlatayım” demiş, kaymakam: “Meselâ Dâhiliye Nâzırı olurum, sonra da Sadrazam!”
Köylü, yüzünde belli belirsiz bir tebessümle yeniden konuşmuş:
-“Kaymakam beğ! Sen, bunların hepsini olursun. İnşallah, ama, benim sormam o değil… İyice daha sonra ne olursun; ben onu merak ediyorum?”
O devirde, o mesleğin daha sonrası ise yokmuş. Toy, câhil ve zorba kaymakam; İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlık gibi yüksek mevkilerin lâfıyla sarhoş haldeyken; ihtiyar köylü için ağzından bir tek kelime çıkmış.
-“Hiiiç!”
O anda köylü, yine yerinden kıpırdamaksızın, irfan dolu nüktesini tamamlamış:
-“Ee evlâd, öyleyse, ben senden büyüğüm. Baksana, ben şimdiden hiç’im. Hiçliğe ulaşmak için, senin önünde daha nice yıllar ve nice uzun yollar var. Allah rast getire!