Annemin, çocukluğunda Andon isminde bir Rum ustadan kânun meşketmiş olduğunu biliyorduk. Türk mûsikîsine hakkiyle âşinâ bir sanatkâr olan Andon, talebesini öylesine yetiştirmişti ki hem hânende hem de sâzende olan Yusuf Bey eniştemizin tertiplediği fasıllara annem de, çocuk yaşında, kânunu ile iştirak eder, hiç aksatmazmış.
Belki ustasından da titiz olan Yusuf Bey için annem bu fasılların vazgeçilmez bir küçük santkârı imiş..


(…Ne yazık ki bugün Türk Mûsıkîsi kendi kendini yenilemek hevesiyle bir kakafoninin pençesine düşmüştür. Derinlere kök salmış gerçek sanatlar yeni bir yola girmek için târihe geçmişlerle hemhâl olmuş dâhî sanatkârlar ister.
Maalesef şimdiye kadar Türk mûsıkîsi, bunu yenileyicilerin elinde beyaz elbise üstüne sıçramış mürekkep gibi kirletip lekelemekten ötede bir merhaleye varamamıştır.
Bir tarafta çok seslilik heveskârları, bir tarafta Türk hafif mûsıkîsi taraftarları, eskinin ihtişâmiyle beslenmemiş yeni nesiller arasında taraftar bulmuşlarsa da, bu cereyanlar Türk mûsıkîsine bir şey kazandırmamıştır.
Süleymâniye’nin heybeti karşısında ezilip küçüklük hissine düşen câhil mîmârın, tepesine yumruk yemiş bir kubbe ve dört köşe minâreyle yenilik yaptığını zannetmesi gibi, cehâletin verdiği cesâret de Türk sanatının hemen her kolunda bu hatâlı araştırmayı yapagelmekte bulunmaktadır.)
(*)Sâmiha AYVERDİ-Ne İdik Ne Olduk, s.190.