Eşsiz Bir Tiyatro Okulu
Türk Temâşâ san’atının, üzerinde en fazla durulması gereken unsuru Karagöz yâni Hayâl Oyunu’dur. Ki, bu eşsiz tiyatro okulunun birinci özelliği -oyunun ismi, gidişâtı ve mesajı ne olursa olsun- Türkçe’nin doğru kullanılıp kullanılmadığına verilen önemde toplanmıştır, diyebiliriz.
Evet, dünkü Osmanlı toplumunun değişik ırk ve dinlerine mensup unsurların karakterleri ve özellikleri Karagöz Oyunu’nda çok geniş bir parantezde işlenir, fakat, bu özelliklerin ve karakterlerin daha ziyâde Türkçe’yi yanlış telâffuz etmeleri açısından ele alındıkları hemen ön plâna çıkar.
Bu farklı din ve ırklara mensup topluluklar Rum, Yahudi, Kürt, Türk, Arap, Acem, Arnavut vesâire oluşları sebebiyle alaya alınmazlar; daha ziyâde şîveleri, üslûpları bakımından birer mizah unsurudur hepsi de…
Anadolu’da, bir Türk Tiyatrosu’nun, daha XI. asırda, Sultan Birinci Kılıç Arslan zamânında, epik ve satirik bir tiyatro hâlinde başladığı bilinmektedir. İran şâiri Şeyh Ferîdüddîn Attâr’ın (1119 – 1193) Üştürnâme isimli eserinde “Bilgili ve nakkaşlıkta usta, hayâl oyuncusu bir Türk’ün, türlü renklerle süslü sûretler yaparak hayâl oynattığı” hakkında verilen bilgiler, bu bakımdan mânâlıdır.
Karagöz-Hacivat tiplerinin başı çektiği “Hayâl Perdesi”ni geçmişinden, kaynağından, mûsıkîsinden tutun da tasvirlerin ifâde ettiği mânâlara ve bizzat bu oyunun hikmet ve irfan yüklü kurgusuna kadar her cephesiyle inceden inceye didiklemek ve araştırmak, sonra da yeni nesillere aktarmak, anlatmak ve sevdirmek gerek!
Fakat nasıl? Zîra, tamâmen çığırından çıkmış bugünkü Türkçe’nin yürekler acısı hâli ve ne yazık ki bu Türkçe’ye rağbet edenlerin çokluğu bunu başarmaya en büyük engel olarak karşımızdadır.
Anlatılmak İstenen Asıl Tema
Konuşulduğu gibi yazılan ve yazıldığı gibi konuşulan o güzelim Türkçe’miz âdetâ Kafdağı’nın ardına kaçalı çok olmuş… Kâinât’ın, varlıkların birliğini idrâke ve bunu yaşamaya yönelik pırıl pırıl îmânımız kapkara bir taassubun İslâmiyet adı altında insanımıza dayatıldığı günler gelip çatmış; böyle bir toplumda Hayâl Perdesi’ni Müslüman-Türk insanına nasıl anlatır ve nasıl sevdirirsiniz?
Çünkü, Karagöz’le Hacivat’ın deriden ibâret şahıslarında ele alınıp anlatılan asıl tema, şudur:
(… kâinatta bizim bütün gördüklerimiz, yegâne gerçek varlık olan Allah’ın, bir zuhûr âlemi olan bu âlemdeki hayalleridir. Bu geçici varlıklar, tıpkı Karagöz perdesinde görünen hayaller gibi, Büyük Hakîkat’in gölgeleridir. Büyük Hakîkat ise bütün bu geçici hayallerin arkasında, onların vâsıl olmaya çalıştıkları ebedî âlem’dedir.
Karagöz oyunlarının meşhur perde gazelleri’nde, bu görüş, halk rûhunda ibretler uyandıran, hikmetli söyleyişler hâlinde, asırlarca aynı perdede yaşatılmıştır:
Gösterir yüz bin hayâl âlemde sûret perdesi
Şem-i siyretle zıyâlandıkça hikmet perdesi
Perde-i ibret-nümâda zâhiren bir sûretiz
Ârifan mânen bilürler nükte-i ulviyeti
gibi beyitler bunu gösterir.)(1)
Tevhid Îmânı
Bugün, içinde yaşadığımız toplumun böyle ulvî bir gerçekle ilgisi var mıdır? Hayır! İnanç sistemimizden buharlaşıp gitmiştir “tevhid îmânı”! Onun yerine kapkara, kolaycılık kokan; basit ve şekilden ibâret bir din anlayışı gelip oturmuştur. Kendini temizlemek, ahlâken yücelmek ve gerçek birer insan olabilmek gibi gayeler geride kalmıştır, unutulmuştur.
Dindar geçinmek bugünün insanına yetip artmaktadır. Çünkü böylesi kolay ve ucuz işlerdendir, diğerleri ise zor ve pahalıdır fakat işin aslıdır. Ve Karagöz Oyunu, yüksek ve üstün zevklere sâhip bir toplumun ihtiyâcıdır. İncelik sâhibi, edepli insanların kârıdır.
O hâlde, Karagöz’le Hacivat’ın, bu an’anevî ve öz be öz Türk tiyatrosunun, doğduğu büyüdüğü ve zirvelere ulaştığı vatan topraklarında yaşama hakları kalmamış demektir.
Müslümanlığı, kaba saba kimselerin temsîl ettiği,Türk’lüğün neredeyse bir “aşağılanma sebebi” sayıldığı günümüzde hangi “edep” ve hangi incelikten dem vurulabilir? Zâten, karşımızda duran çırılçıplak gerçek de bunu haykırmaktadır.
Sâdece Ramazan aylarında televizyonların birazcık adından bahsettiği ve son derece dar mânâda icrâ-yı san’at edebilen günümüz Hayâlîleri’nin hâli nedir? Hayâl Perdesi’ne ihtiyaç duyulduğunu söyleyebilir misiniz?
İşin bu hazin tarafı çok daha ayrı ve uzun uzadıya kurcalanması gereken bir konudur. Ve biz Türkler Karagöz’e bigâne olduğumuz; diğer değerlerimize yaptığımız gibi ona da sâhip çıkmadığımız için değil midir Yunanlılar’ın onu sâhiplenmesi, patent almaya kalkışmaları?
Karagöz Oyunu’yla ilgili olarak birkaç rivâyet söz konusudur. Onu, Çinliler’e veyâ Hintliler’e mâl eden iki rivâyetin de bizdeki Hayâl Perdesi’iyle hiçbir ilgisi yoktur ve doğruluk dereceleri ne olursa olsun bu rivâyetler Karagöz’le Hacivat’ın Müslüman-Türk’lüğüne gölge düşüremez.
Çin ve Hind kültüründeki hayâl oyunları, bizdeki gibi çok yüksek fikirlere hizmet eden; derinliği ve genişliği olan bir şey değildir. Yalnızca bâzı hâtıraları yaşatmaya yönelik ve sırf eğlence amaçlı oyunlardır.
Ayrıca, bu söylentiler arasında Batı’ya dâir herhangi bir rivâyet bile yoktur. Karagöz söz konusu olduğunda Batı kültürüne mensup milletler zâten sadet dışıdır.
Hâlâ “teslis batağı”ndan kurtulamamış Batı dünyâsının, Karagöz Oyunu’ndaki ana tema olan “tevhid inancı”nı (bu benim malım) diye benimsemesi komik, gülünç ve acınacak bir ruh hastalığının tezâhürü diye vasıflandırılabilir. Yunanlılar’ın da aynı târihî hastalıkla Karagöz’ü kendilerine mâl etmeye çalıştıkları mâlûmdur.
Sonuç Olarak
Gelelim bu konudaki Türk rivâyetine…
(Buna göre, Sultan Orhan, Bursa’daki câmiini yaptırırken Karagöz’le Hacivad, bu inşaatta amele olarak çalışıyorlarmış. Fakat bu iki amele, o kadar komik hikâyeler anlatıp öyle güldürücü bir meddahlık yapıyorlarmış ki öteki işçiler, onları dinlemek ve seyretmekten işlerini yürütemez olmuşlar.
Câmi inşaatının bir türlü ilerlemediğine dikkat eden hükümdar, hâdisenin sebebini öğrenince hiddetlenmiş, Karagöz’le Hacivad’ın îdamlarını emretmiş.
Fakat, az sonra bu yaptığına pişman olmuş, büyük üzüntü duymuş, o zaman Şeyh Küşterî isimli, panteist bir sanatkâr, pâdişahın üzüntüsünü gidermek için, Karagöz’le Hacivad’ın hayâllerini beyaz perdeye aksettirerek hem onu avutmaya muvaffak olmuş hem de Karagöz Oyunu’nun Türkiye’de mûcidi olmuş.
Karagöz Oyunu’nun bir beyaz perdeden ibâret sahnesine, Türkiye’de Şeyh Küşterî Meydanı denilmesi de bu hâtıranın ifâdesidir.) (2)
Asırlar boyu, severek benimsediği İslâmiyet’i en iyi anlayan ve yaşayan Türk, hâlâ daha dünyâda temsîl ettiği Müslümanlıkla -her şeye rağmen- tartışılamayacak konumdadır. Anadolu Müslümanlığı’nın dünyâda bir eşi ve benzeri yoktur.
Aynı şekilde, bu büyük milletin evlâtları Hayâl Oyunu’nu da benzersiz güzellikte ve dâimâ zirvede ele almış, kullanmış; insanları eğitmiştir. Bu oyunun kökleri Çin’e dayanmaktadır diyenler haklı olsa ne olur, olmasa ne olur?
Velev ki öyledir, “İlim, Çin’de bile olsa onu alınız,” buyuran bizim Peygamberimiz değil midir? Bundan dolayı bizim herhangi bir kompleksimiz yoktur ve olamaz!
Türk’ün baklavasına, Nasreddin Hoca’sına, Karagöz’üne sâhip çıkma kompleksine bel bağlayanlara karşı ise mutlaka karşı koyma kompleksimiz olmalıdır. Bunun adına da kompleks değil, Türk milliyetçiliği demek doğru olur.
(1) Nihad Sâmi BANARLI – Karagöz, Muhittin SEVİLEN/Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990, Sayfa:3
(2) Nihad Sâmi BANARLI -Aynı Eser