Kadın, ergenlik çağına giren kızını yanına almış, aklınca hayattaki tehlikelere karşı uyaracak…
“Tanımadığın bir adam gözünün içine bakıp gülerse, sakın sen de gülme!”
“Ya gülersem” demiş kızı…
“O zaman sakın konuşma!”
“Konuşursam…”
“İşi ilerletmesine, elini tutmasına izin verme!”
“Verirsem…”
“En azından bir hediye vermeye kalktığında alma!”
“Alırsam…”
“Sakın tenha bir yere gitme!”
“Gidersem…”
“Asla kendini öptürme!”
“Öperse…”
“Elbiseni çıkartma…”
“Çıkartırsa…”
“Bari çamaşırlarına dokundurma…”
“Dokunursa…”
Çileden çıkan anne, kapıyı çekip giderken söylenmiş:
“Ben sana daha ne diyeyim be kızım… Zevk almaya bak!”
Dünkü yazımda, İçişleri Bakanı’nın deyimiyle şu Kürt açılımı konusunda önümüzdeki günlerde “göreceğimiz işler”i anlattım…
Bize “Kürt açılımı”, “Demokrasi açılımı” ve “Milli Birlik Projesi” adları altında sunulan senaryonun, ABD merkezli Atlantik Konseyi isimli kuruluşun ürünü olduğunu hatırlattım…
Beynini tarikat ağalarına emanet etmiş bir “iktidar dostu”, sabahın kör vaktinde telefona sarılıp, sabrımı sınadı:
“Diyelim ki bu plan, ABD planı… Ne olmuş yani?”
Sakin sakin anlatmaya çalıştım:
“O zaman ipler başkalarının kontrolünde demektir… Böyle bir durumda ulusal egemenlikten söz edilemez…”
“Olsun, n’olmuş yani?”
“Olsun dersen; planı yapan, pilavı yer… Yani senin benim çıkarlarımı değil, kendi çıkarlarını düşünür…”
“Düşünsün, n’olmuş yani?”
“Özgürlüklerini, haklarını kaybedersin. Senin geleceğini onlar çizer…”
“Çizsin, n’olmuş yani?”
“Bölünür, parçalanırsın…”
“Bölünelim, n’olmuş yani?”
İşte bu son sözü duyunca, yukarıdaki hikâye geldi aklıma ve “Bari çamaşırlarına dokundurma” diyerek kapattım telefonu…
Üç dakika sonra aynı ses, yine telefondaydı:
“Telefon kesildi… Dokunsun, n’olmuş yani?”
Gülmeye başladım… Karşımdaki cesaretlendi:
“Nasssıııılll mat ettim seni ama… Değil mi?”
Bu kadar yüreği ve midesi geniş insanların yaşadığı bir zamanda, mat olmak benim ve benim gibilerin kaderi…
“N’olmuş yani?”
Mustafa MUTLU