Her şey ondadır!
“Semâvâtın âlemlerinden, yerin göğün esrârına, dağlarına, derelerine ve hattâ hayvanlarına, kurt ve kuşlarına kadar her şey, her şey ondadır!
Ancak kâinatın sırrı olan bu insan, kendini bulması ve kendinde gizlenmiş olan esrarla bilişiklik kurması için yaratılmışken, ondan câhil, ondan müstağnî, ona bîgâne olduğu için azaplara, işkencelere, hicran ve mânevî sefâletlere atılmıştır.
Halbuki insanlıktan maksat onları teshîr etmek, onlara galebe çalmak, efendiliğini bulup esâretten kurtulmaktı.
Tilkinin hîlesinden, çakalın kan dökücülüğünden, kedinin nankörlüğünden kurtulmamış kimseye acınmaz mı? Kibrinin, kîninin, tamâ’ının, hasedinin, hırsının, şehvetinin, gazabının kulu olan kimseye, kendisinin efendisi denebilir mi?
Mâdem ki insan, ayağını bağlayan bu bentleri koparmamıştır, şu halde hür de değildir. Halbuki bizi yaratan Allah, fâil-i muhtardır; insanların da muhtar olmalarını ister.
İnsanda Hakk’ın sıfatlarından birer nişan vardır; ilâhî irâdenin örneği de, bizde cüz’î irâde ile belirir.
İşte bu cüz’î irâde ile varlığımız sürüsünün çobanı olup rûhumuzu istiklâle yetirmemiz gerektir. Ancak o zaman ‘Kul bana, benim râzı olduğum şeyleri yapmakla yaklaşınca onu severim; sevdim mi, tuttuğu el, gördüğü göz, işittiği kulak ben olurum’ sözünün mânâsı da âşikâr olur. İşte bu netîceye yeten kimse, her mahlûkun üstündedir. Yoksa hayvanlık îcaplarının esîri olanlar, hayvandan da aşağı kalmış olurlar.”(114-115.ss )
“İnsanların kaabiliyetleri basamak basamaktır… İnsan var ki, sırf dünyânın îmar ve intizâmı için vazîfeli yaratılmıştır. Hüneri, zevki de yalnız bu yolda didişmektir.
İşte bunlar, dünyânın harap olmaması için konmuş desteklere benzerler.
İnsan var ki, vücûdu kadehine konmuş olan rabbânî içkinin sarhoşudur. Bu sekr ve hayranlık, bütün kâinat zerrelerinden onların varlıklarına durmadan damlamaktadır.
Dünyâyı yalnız yiyip içmek ve gülüp eğlenmek yeri zanneden ahmaklar için îsâ der ki: ‘İsm-i Âzamı şefkat ve muhabbetle ahmağın kalbine okudum; yüz bin kere okudum; gene derman olmadı.’
‘Niçin?’ diye sorarlar, ‘Sen ki körlerin gözlerini açıyor, topalları, kamburları iyi ediyorsun… Ahmaklık da bunlar gibi dert değil mi?’ îsâ cevap verir: ‘Evet ikisi de derttir; fakat ahmaklık derdi Allah’ın kahrıdır; körlük, topallık ise, iptilâ ve imtihandır.
Ahmak, ilimden yüz binlerce fasıl bilir, şu kadar var ki kendi canını bilmez’…”(115.s.)
Sâmiha AYVERDİ, Kubbealtı Neşriyâtı:100, İlk baskı:1943