“Can hekimine gittim de, “nabzımı ele al” dedim, “Bir muâyene et beni… hem gönlüm bende değil, hem hastayım, hem âşıkım, hem sarhoş.
Yüz çeşit derdim, illetim var; keşke bir olsaydı.
Bir de bütün bu illetlerle berâber, tutmuşum, işin ötesini araştırmaya kalkmışım!”
Bana, “Sen ölmedin mi?” Dedi. “Evet”dedim, “ölmüştüm amma, kokunu aldım da mezarımdan sıçrayıp kalktım.”
O Rûhanî güzelliğe sâhib güzel, O Tanrı doğusuna mensub dilber… uğruna elimi kesip doğradığım Yûsuf-ı Ken’an! Güzel güzel yanıma geldi, elini gönlüme koydu da; ”Ne eldensin, ne hâldesin?” Dedi.
Dedim ki: Bu eldenim, hâlim de meydanda!
Çekişmeye, kavga etmeye kalkışınca tuttu, bir kadeh şarap sundu bana… sapsarı yüzüm yalımlandı, alev alev yanmaya başladı da çekişten, kavgadan vazgeçtim.
Derken elbisemden soyundum, sarhoşcasına deli dîvâne oldum, o sarhoşların halkasına girdim, sağ yana oturdum, kuruldum.
Yüzlerce kat libaslar giyindim, yüzlerce çeşit coşkunluklarda bulundum. Yüzlerce kâse döktüm, yüzlerce kâse kurdum.
O kavim, altından yapılmış buzağıya tapmıştı, ben aşka tapmazsam; yünden, yaprağından yapılmış yalancı buzağı olayım!
O rûhanî padişah gene beni çağırmada; bir doğanım ben, beni pâdişahcasına yücelere çekmede…
Ayağımı sen bağlamışsın Sevgilim…
Senin sarhoşunum Sevgilim; ister ok olayım, ister yay yüzüğünün elindeyim Sevgilim.
Fırlar yücelirsem, senin yüzünden fırlar yücelirim. Sarhoşsam senin sarhoşunum. Alçalırsam, senin yüzünden alçalmışımdır, varsam senin yüzünden var olmuşumdur.
Beni sarhoş ettin de döndürüp oynatmaya koyuldun; mâdem kî küpün ağzını kapadın, ben de ağzımı yumdum işte!”
Hazret-i Mevlâna / (Dîvân-ı Kebîr’den)