Cumartesi, Haziran 28, 2025
Ana SayfaMakalelerİftarlıkRamazan Davulcuları

Ramazan Davulcuları

Bundan yarım asır evveline gelinceye kadar İstanbul’un ayrı bir tip teşkil eden “Mahalle Bekçileri” vardı.

Bunlar çoğunlukla Doğu illerimiz halkından olup, ya bir cami, yahut bir mescidin yanındaki meşruta bina­nın (vakıf bir evin) alt katında, yahut da mahallenin bir köşesinde dar  ve basık tavanlı bir odacığın içinde kut-u lâyemût (ölmeyecek kadar) yaşar, geçinir giderlerdi.

Her mahallenin gedikli bir bekçisi olurdu.

Bek­çilik iyi ahlâk sahibi olmak şartiyle evlâda, bekçi babanın akrabasına, ya­hut da yakın bir hemşehrisine intikal ederdi.

Ekseriya iri yapılı, gür sakallı, ağbâni sarıklı, kısa meşin kürklü veya topukları döğen uzun gocuklu, yün kuşak ve poturlu bir tip ve kı­lıkta olan bu mahalle bekçileri, geceleri ellerinde -alt ucu kalın bir de­mir kakmalı- o meşhur kalın sopalarıyla kaldırım taşlarına vura vura sokakları gezerlerdi.

Bu bekçiler, mahallenin akla gelen her çeşit idarî ve inzibatî işlerinde İmamın, İhtiyar Heyetinin birer el ulağı mesabesinde idiler.

Ramazan Davulcusu

İşte Ramazanın girmesiyle bu emektar ve sevimli Bekçi Babalar, kı­şın gocuklu, yazın çepkenli, birer “Ramazan Davulcusu” olur; gümbür gümbür çaldıkları davullarıyla halkı her gece Sahura kaldırırlardı.

Ayın (yâni Ramazanın) on beşiyle beraber de, yine geceleri, mahallenin  -kapı kapı- bütün evlerini dolaşarak mâniler söyler, bahşiş toplarlardı.

Bu bekçi babalar, Şeyhülislâm Kapısında (Bâb-ı Meşiyhat’te), İstan­bul Kadısı huzurunda “Ramazanın hilâlinin rü’yet ve isbâtı”, yâni yeni ayın görülüp isbatlanması üzerine, ekseriya Selimiye, Tophane, Bayazıt ve Kandilli’den atılan toplardan, yahut hususî vasıtalarla yapılan tebligat­tan sonra hemen davullarını sırtlar ve bunu çala çala mahallenin sokak­larını dolaşır; halka Ramazanın girdiğini ilân ederlerdi.

Daha ilk geceden çalınmaya başlayan Ramazan davullarının İstanbul âfâkına akseden o muttarid, aynı tempodaki güm gümleri, halkın sanki dile gelen neş’e ve şetâretinin bir ifâdesi olurdu. Herkeste çehreler mütebessim, dudaklar niyazkârdı.

Böylece birbirlerinin mübarek Ramazanını kutlarlardı.

Bazan Ramazanın bu ilk gecesinde mahallenin birkaç delikanlısı bir araya gelerek Bekçi Babanın davulunu alır; ellerinde fenerler mahalleyi dolaşır ve:

“Ramazan-geldi-dayandı
Câmiler-nûra-boyandı
Top atıldı-kandil-yandı
Cümle âlem buna inandı”.

gibi bir takım mâniler söylerlerdi. Bu ilk dolaşmalar, ekseriya mânevî bir neş’enin de ifâdesi olurdu.

Ramazan davulcuları, o sevimli bekçi babalar, yukarıda da işaret edildiği gibi, umumiyetle Ramazanın on beşinden sonra sırtlarında da­vul, mahalleleri dolaşmağa’ başlarlardı.

Bu, eskiden beri süre gelen bir usûl ve âdettir.

Davulcular, ekseriyetle o mahallenin bekçisinden olurdu. Bunların yanında fener tutan ve mâni söyleyen biri bulunurdu. Davulcu, bir kapı önüne geldiği zaman, davulunu “güm… güm güm de güm güm…” temposiyle, gümbürdetir; mânici de ilk şu mâniyi söylerdi:

“Besmeleyle-çıktım-yola
Selâm-verdim-sağa-sola
A-benim-şevketli-efendim, (ismini-biliyorsa-söylerlerdi.)
Ramazan-ı-şerifin-mübarek-ola”.


Arkasından:


“İze-geldim,-ize-geldim,(yahut:geze-geldim)
İnci-mercan-dize-geldim
A-benim-şevketli-beyim
Arzuladım size geldim…”

Der, bunu müteakip de sıra mânileri söylemeye geçerdi.

Bunlar:

“Yeni-cami-direk-ister
Söylemeye-yürek-ister
Benim-karnım-toktur-ama
Arkadaşım-börek-ister…”

“Davulumun-ipi-kaytan
Sırtımda-kalmadı-mintan
Ver-efendim-bahşişimi
Alayım sırtıma mintan…”

“Ne-uyursun-ne-uyursun
Bu-uykudan-ne-bulursun
Al-abdesti-kıl-namazı
Cennet-i-âlâyı-bulursun”


“îşte-geldim-kapınıza
Selâm-verdim-topunuza
Selâmımı-almazsanız
Daha-gelmem-kapınıza”.


“Ramazanın-iptidası
Kuruldu-Cennet-binası
Bu-ayda-oruç-tutanın
Kabul olur her duası”!.

gibi mâniler olurdu.

Şayet bahşişin verilmesi gecikirse o zaman:

“Şekerim-var-ezilecek
Tülbentlerden-süzülecek
Daha-çok-söylerdim-ama
Çok-yerim-var-gezilecek…”

“Sürme-camlar-açılıyor
Çil-paralar-saçılıyor
Efendimin-gönlü-oldu
Kesenin-ağzı-açılıyor…”


“Kapına-geldim-koşa-koşa
Parmağım-vurdu-taşa
Senin-adın-Mehmet-Paşa
Bahşişi-ver-binler-yaşa…


“Halayıklar-halayıklar
Ocak-başında-sayıklar
Davulun-sesini-duyunca
Pirincin taşım ayıklar…”

Evden bahşiş alınınca, bu defa da:

“Bahşişim-aldım-bergüzâr
Almışım-eylemem-inkâr
Veren-eller-dert-görmesin
Hak-bereket-versin-Settâr…”

yahut:

“Evimizin-önü-üzüm
Taneleri-dizim-dizim
Beyefendi-iki-gözüm
Bahşişine yoktur ‘sözüm…”

gibi bir mâni ile teşekkür ifade olunurdu.

Ramazan gecelerinde davul çalmanın, mâni söylemenin birçok me­raklıları, heveskârları vardı.

Bunların ekserisini mahallenin güzel sesli delikanlıları teşkil ederdi.

Bu meraklılar (nitekim bu satırların yazarı da o meraklılar arasında idi) bekçi babanın davulunu omuzlayıp, hem davul çalar; hem de usûl ve edasına göre çeşitli mâniler söyleyerek kapı kapı dolaşırlardı. Davulcu mânileri umumiyetle “sabâ” ve “dügâh” ma­kamları üzerinde söylenilirdi.

Eski devrin ramazanlarında bir de “Helesacılar” vardı. Bunlar, bir tanesinin boynunda ufak bir davul, bir diğerinin elinde cam veya muşam­ba bir fener olmak üzere, üç beş çocuktan mürekkepti.

Helesacı’lar da, aynı şekilde mahalleleri dolaşır, her evin önünde durarak mâni söylerler; fakat her mâninin sonunda: “Helesâ, yelesâ” diye bağırışırlardı. Bu do­laşmaya da “Helesâ’ya çıkma” denirdi.

Bâzı iştikakçılara göre “Helesâ, yelesâ” tekerlemesinin aslı “Hel-ese, yel-ese” imiş!

Anadolu’nun bilhassa kıyı şehir ve kasabalarında “Helesâ’ya çıkma” âdeti vardır.

Fakat buradaki Helesacı’lar umumiyetle delikanlı kayıkçı­lar olur ve bunları da bir sürü çocuk takip ederdi. Helesacı’lar tahtadan yaptıkları büyücek, ışıkla ve tam donatımlı (armalı) bir kayığı, keşik (nöbet) ile, omuzlarında taşıyarak dolaşır ve her evin önüne geldikleri zaman (hep bir ağızdan):

“Bir-gemim-var-altın-direkli
Tayfası-aslan-yürekli
Helesâ, yelesâ, heya mola yuusâ”.

diye bağırışarak kayıkçı mânileri söylerler ve para toplarlardı.

Bugün artık  ne o (Ramazan Davulcuları), ne de o çeşit (Ramazan Mânicileri) kaldı. Şimdi bunun ortada tâbir câizse pek kötü, yalan-yanlış bir taklitçiliği yaşıyor, yahut yaşatılıyor.

M.Şâkir ÜLKÜTAŞIR

(NOT: İstanbul’da doğan ve 1981 yılında vefat eden Mehmet Şâkir Ülkütaşır, 80-90 yıl önce Üsküdar’da Atik Valide ile Çinili Cami semtlerinin ün yapmış güzel sesli mânicilerindendi).

Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü – Türk Kültürü Aylık Dergisi – Sayı:123 Ocak 1973

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!