Hutbenin mevzûu, Mehmed Âkif Ersoy…
İmam, kendine göre tam da “damardan” giriyor konuya fakat ortada Âkif merhûmun ismi var, ama O’na âit hiçbir fikrin amel hâline gelme ihtimâli yok!
Vermişler hocanın eline bir hazır metin, okuyor; elinden gelen ancak bu.
İmamın eline o metni verenler de adım başı konuşuyor; hem de millete illâllah dedirtip, yaka silktirecek derecede… Lâkin ortada gene Âkif merhumun adı var, kendisi yok.
Kısacası, millî şâirimizi kullanıyorlar sâdece. O’nun millî düşüncelerine ve sözlerine devleti yönetirken îtibâr edene rastladınız mı? Mehmed Âkif, yalnızca dillerinde mevcut ama Âkif’in içi, boş.
Nasıl olsa öte dünyâdan buraya sesi duyulmuyor; mâdem utanman yok, tepe tepe kullan!
Ermeni meselesi sebebiyle güyâ ortalık yangın yeri. Bizimkilerde bir Cezayir lâfıdır gidiyor: “Siz de Cezayir’de soykırım yaptınız.”
Bu ne abes ve işkembeden bir bakış açısıdır; “biz Ermenilere yaptıysak, siz de Cezayir’lilere yaptınız” demiş olduğunuzun farkına ne zaman varacaksınız?
Babadan yana Cezayirli bir kadın parlamenteri kullanarak Sarkozy zâten tedbirini alalı çok olmuş.
Bizimkiler esip savuruyor ama, ülkede kendi vatandaşlarına “cambaza bak” muâmelesinden başka bir şey değil bu! Derken; “Ananı da al git” akordunda bir fırça:
-Sen git de onu babana sor!
Sanki Sarkozy’de bulunmayan haysiyet, babasında mevcutmuş gibi.
Yâni Sarkozy’nin babasına -eğer gerçekten babasıysa- başvurup, “Cezayir’de ne olduydu?” diye fikrini almaya gerek yok. Zâten babana sor lâfının da içi bomboş; gelişine söyleniyor ve maksat bambaşka… Muhâtap Sarkozy değil, biziz!
Gerçek şu:
Ortada bir Ermeni mes’elesi lâfı var fakat ülkeyi yönetenlerin bir “Ermeni mes’elesi” yok. Oldu olası yok. Yâni bu lâfların da içi boş!
Ancak içi dolu olan bir icraat var… Fransa, Ermeni tasarısı, Sarkozy derken; Hiç söz konusu etmeksizin “el çabukluğu mârifet” katakullisi ile milletvekili emeklilerine yüzde yüz zam yapılıyor.
İşte bunun içi tıklım tıklım dolu! Vıcık vıcık da kokmakta…
Zamlar için mâzeret şu:
-“Bir milletvekili, yılda 100 düğüne gider; bir küçük altın 180 TL.”
Ölçü, ne kadar “ölçüsüz” görüyor musunuz? Yâni, ölçü lâfının içi boş!
Ve zannedersiniz ki altın fiyatlarını benim babam yükseltti.
“Mütebessim ahmak”, demokrasiden söz ediyor.
Ağzındaki demokrasi lâfı, kalbur gibi yâhut balon gibi olmasa yâni inanarak söylense, nasıl söylenir?
“Bütün vatandaşlarımızın haklarını vereceğiz” denir.
Halbuki, beyan aynen şu:
“Kürt vatandaşlarımıza bütün hakları verilecek!”
Verin tabiî… Verince sermâyeden mi kaybedeceksiniz? Diğer vatandaşların nasıl olsa sesi çıkmıyor. Ve içi boş lâflara karasevdâ çapında vurgunlar.
Türk’ün adı var, kendisi yok!
İsmi, Atatürk’ün adıyla aslâ yan yana gelemeyeceklerden, başka bir söyleyişle “Yeni Türk Büyükleri”(!)nden mâlûm biri:
“Ben aslında Atatürk’ü çok severim” diyor; dağıtılan ulûfeden kucağına bir hisse düştüğü nasıl da belli.
Birdenbire Mustafa Kemâl’e karşı bir muhabbet…
Bir muhabbet ki insanın burnu(!) yaşarıyor.
Daha dün denecek kadar yakın zaman önce aynı muhabbeti rahmetli Türkeş’e de göstermişti. Muhabbet bu vatandaşın mayasında var. Hâşâ semâzen değil ama dönmekten çok hoşlanıyor.
Devamlı dönüp durduğu için de kimi sevdiğini çabuk unutuyor ve duruma göre kendisini yeni bir aşkın kollarında buluveriyor. Ama sevgisinin içi boş; aynen kendisi gibi…
Özet olarak, şâir çok doğru söylemiş:
“Bıçak soksan gölgeme, sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme, başsız başsız adamlar!”