Ahmed Rifâî Hazretleri diyor ki:
(Hazret-i Ali şöyle buyuruyor: “İrfan sâhibi, bu dünyâdan göçünce, onu, kıyâmet günü ne sıddîkler, ne de şehitler görebilir. Cennet sâhibi cennette bulamaz, cehennem memuru ateşte göremez…”
-O hâlde, nerede olur?
Dediler.
Şu Âyet-i okudu:
“Onlar, güçlü Pâdişahın katında, doğruluk köşkünde otururlar!”
Ve devâm etti:
“Onlar mezardan kalkınca Cibril’i, Mikail’i, Cennet’i, sevabı, eşlerini, yavrularını, sormazlar… Nerede sevdiğim… Nerede benim hoş olduğum derler.”
“Âriflerden biri Kâbe’yi tavâf ediyordu. Biri, öteden bağırdı; O da, dönüp bakmak istedi. Öteden bir ses geldi:
“BİZDEN BAŞKASINI İSTEYEN BİZDEN DEĞİLDİR!”
“Âriflerden biri, tavâfta idi. Gök boşluğundan bir el uzandı; gözünü kapattı, bir şey göremez oldu.
Arkasından da şöyle bir ses gelmeye başladı:
“BİZDEN BAŞKASINA GÖZÜNLE BAKTIN; ONU KAPATTIK…KALBİN DE BİZDEN KAYMIŞ OLSAYDI, ONU KARARTIRDIK!”
“Bilmen gereken birçok şey vardır oğlum, ama hepsinden önce, insanın iç âlemini karanlığa sokan sebepleri öğrenmelisin.
En büyük zarar, iç âlemi kör eden karanlıktır.
Bu karanlık çökünce, insan, Hakk’a karşı perdelenmiş olur. Her kime ki, bu musîbet iş oldu, ona diğer belâ ve felâketler kendiliğinden gelmeğe başlar. (…) Allah’ın nûrundan perdelenmiş kimsenin, belâsı eksik olmaz.
Ancak, yeniden bütün varlığını terk edip, O’nun yoluna girdiği an, kurtuluş yoluna girmiş olur.
İşte o zaman, nûra kavuşur.
Hakk’ı terk edip zulmet yoluna koşanlar için, şu Âyeti-i Kerîme’nin şedîd emrinden daha zorlu emir olamaz:
“ONLARIN KALPLERİ RAN HASTALIĞINA -kalbin katılaşıp kararması- TUTULMUŞTUR.“