Sultan Abdülaziz, bir gün huzûrunda hokkabaz oynatıyordu. Sadrâzam Âli Paşa da oradaydı. Pâdişah, oyun sırasında Sadrâzama hitâben:
-Paşa, hokkabazın başına giydiği pamuklu uzun kavezayı –eskiden hokkabazların başına giydiği Yahudi külâhı- siz de giyseniz, bakalım endâm-ı zarifinize yakışacak mı? Dedi.
Paşanın canı, bu soğuk şakadan sıkılmıştı, hemen:
-Ferman Hünkârımındır. Bizler, zaman olur sadrâzam kavezası, zaman olur hokkabaz kavezası giyeriz. Her ikisi de benliğimizde bir değişiklik yapmaz.” Diyerek, cebinden çıkardığı mühr-i hümâyûnu –pâdişahın mührünü- Sultan Aziz’in önüne koydu ve peşinden de kavezayı giymeye davranırken, pâdişah:
-Paşa, bu nedür?
Dedikte, Sadrâzam:
-Pâdişâhın mutlak vekili, devletin sadrâzamı olan bir adamın nişânesi Mühr-i Hümâyun’dur. Üzerinde mühr-i hümâyun bulunan bir adam hokkabaz kavezası giyerse, pâdişâhının, devletinin îtibârını… Şeref ve haysiyetini, hokkabaz oyunu gibi gülünç bir mevkî’e düşürür.
Anın çün benim başımda hokkabaz kavezası durdukça, mühr-i hümâyunun da sizde durmasını münasip buldum”, diyerek pâdişahı bu soğuk şakasından dolayı pişman etmişti.