Samiha Ayverdi’nin EDEBÎ HAYÂTI
Mustafa ÖZÇELİK
Sâmiha Ayverdi, kültürlü bir âile çevresinde yetişti. Aldığı din, tasavvuf, târih, felsefe, edebiyat ve güzel sanatlar alanlarındaki hususi eğitim ve özellikle Ken’an Rifâî dergâhına mensûbiyeti onun fikrî şahsiyetini olduğu gibi edebî şahsiyetini de şekillendirmiştir.
Eserlerindeki yolun bilgi ve irfan birikimi bu mensûbiyetin bir neticesidir. Böylece, küçük yaşlarından itibaren sözlü ve yazılı kültüre âşinâlık ve bunlar üzerinde düşünme, eserlerinin fikir temelini oluştururken; Kenan Rifâî Hz.lerine bağlılığı tasavvufi eserlerindeki en hâkim tema haline getirmiştir.
Bu yüzden eserlerinin hepsi tasavvuf kültürü ile yazılmış, bu kültürün zenginliğin ortaya koyan çalışmalardır.
O, aynı zamanda bir konak insanıdır. Konak, bir mânâda Osmanlı hayat tarzını temsil eder. İstanbul’da yaşaması da edebi şahsiyetinin teşekkülünde bir diğer önemli faktördür.
Konağın sembolize ettiği hayat tarzı ve değerler toplamı geniş mânâda ifâdesini İstanbul’da bulur. İstanbul, sadece bir başşehir olmayıp bir taç şehirdir.
Bu şehrin tarihi, coğrafyası, tabiatı, üzerine bina edilen mimarî eserleri, İstanbul hayatını maddi ve manevi olarak şekillendiren devlet, din, tasavvuf ve sanat önderleri bu şehrin asıl şahsiyetini kurmuşlardır.
Dolayısıyla böyle bir şehirde yaşamak, insan ve cemiyet meseleleri etrafında eser verecek bir yazar için önemli bir imkândır.
Bir başka husus da, doğumundan vefatına kadar İstanbul’un 2. Abdülhamit, 2. Meşrutiyet, İttihat ve Terakki ile mütâreke yıllarını ve Cumhuriyet devirlerini görüp yaşamasıdır. Bu durum; onu, insan ve cemiyet meselelerini bizzat görüp bunlara şâhit olan bir yazar hâline getirmiştir.
Üstelik bu devirler, cemiyetimizin köklü değişmelere zorlandığı, pek çok müspet ve menfî hâdiseyle yüzyüze geldiği devirlerdir. Bilhassa romanları, bu devirlere tutulmuş bir aynadır. Ama klasik târih kitaplarından farklı olarak, hadiselere aynı zamanda içten bir bakışı da ortaya koyar.
Sâmiha Ayverdi’nin edebî şahsiyeti işte bütün bu özellikler çerçevesinde teşekkül eder.
Eserlerinin ana teması da bu duruma uygunluk taşır. İstanbul sevgisi, Osmanlı hayatı, batılılaşma, din ve tasavvuf gibi temalar, onun eserlerinde sıkça karşımıza çıkan konulardır.
Sâmiha Ayverdi’nin, böylesine zengin bir yazı konusunu mesele olarak ele alması ve insanların çok farklı meselelerine eğilmesi, onun değişik türlerde eser vermesinde etkili olmuştur.
O, bu yüzden sadece roman yazmamış, bu türün dışında, hikâye, mensur şiir, biyografi, târih, hâtırat, seyahatnâme, mektup, makale, deneme, sohbet, konferans, tebliğ türlerinde de eserler vermiştir.
Edebî şahsiyetinin temellerini ve edebî şahsiyetini bu şekilde özetleyebildiğimiz Sâmiha Ayverdi’nin ilk kitabı bir romandır.
“Aşk Budur” adını taşıyan bu eser, 1938 yılında yayımlanmıştır.
Bunu diğer eserleri takip etmiş, yazarın eser verme faaliyeti 1946 yılına kadar yoğun bir şekilde devam ederek eserler toplamı bu yıl itibariyle on’a ulaşmıştır. Bunlardan birisi hikâye, birisi mensur şiir, diğerleri de ilk eseri gibi romandır.
Sâmiha Ayverdi, ilk eserleri itibariyle öncelikle bir romancıdır. O, romanı öncelikli olarak tercih etmekle beraber bu konudaki anlayışı itibariyle diğer romancılardan farklıdır. Ne sanat için sanat ne içtimai gerçekçilik… Bunlarla yetinmez ve kendi ideallerini, fikir hamurunu, dünya görüşünü eserlerine katar.
Bu fikir hamuru ve dünya görüşü ise İslâm tasavvufudur. Peş peşe yayınlanan bu eserler, bu özellikleriyle edebiyat dünyasında ilgiyle karşılanır. Çünkü konuları, teması ve dili itibariyle çok farklı özellikler taşımaktadır.
Onun bu farklı çıkışı ve gördüğü ilgide, eserlerindeki tasavvuf düşüncesinin etkili olduğu muhakkaktır.
Çünkü, toplumda o zaman için de bir kimlik bunalımı vardır. Ve bu eserler insan ve Allah meselesini bu ikisinin münasebetini ele aldıkları için çok tesirli olmuşlardır.
Ayrıca; böyle bir roman anlayışının, cemiyetimizin o yıllarda menfî olarak tesirinde kaldığı pozitivizm ve maddecilik cereyanları karşısında nasıl bir önem taşıdığı ortadadır.
O, maddeye karşı mânâyı, yozlaşmaya karşı şahsiyeti, yabancılaşmaya karşı yerliliği müdafaa ederek, cemiyete rehberlik etmiştir.
Bu eserler, bir anlamda geleneğin de ihyası mânâsına gelmektedir. Çünkü, asırlar boyunca yazılan aşk eksenli mesnevîler, yeni bir yorumla ve roman diliyle onun eserlerinde yeniden karşımıza çıkarlar.
Bilindiği gibi aşk kavramı, varoluş meselesi, insan meselesi bu eserlerin de temel konusudur.
Dolayısıyla bu romanlar, bu mânâda çağdaş bir mesnevî nevî gözüyle de değerlendirilmelidir.
Sâmiha Ayverdi için 1951 yılı eserlerinde farklı bir yönelişin de yılıdır. O bu yıl içinde “Kenan Rifâî ve Yirminci Asırda Müslümanlık” isimli eserini yayımlamıştır.
Bu eser, bir taraftan bir 20. Yüzyıl velîsinin portresini ortaya koyarken bir taraftan da Sâmiha Ayverdi’nin edebî duruşunun kaynağını müşahhas olarak ortaya çıkarır.
Eserlerinde bağlı olduğu dünya görüşü, meselelere bakarken hareket ettiği temel dinamik ifâdelendirilmiş olur. Bu durum, meselelere karşı bir tavır anlamına da gelir. Yazar, artık projektörünü daha büyük meselelere çevirecektir.
Nitekim öyle olur ve târihî meselelere ve târihî eserlere yönelir. Toplum meselelerini bu çerçevede ele alır.
Mustafa Özçelik