“Mağaradaki İkinin”biri, Hazret-i Yetim’in mübârek başı dizinde olmak üzere tetikte bekliyordu. Tetikteydi zira mağaradaki bütün yılan deliklerini kendi elbisesinden yırttığı çaputlarla tıkamış; son deliği ise ayağının başparmağıyla kapatabilmişti. Tek isteği; dizinde yatan Yetim’in, birazcık uyuyup dinlenmesiydi.
Müthiş bir acıyla, canının yandığını hissetti; yılan, parmağını sokmuştu.
“Mağaradaki İki”nin ikincisi, acıya dayandı dayanmasına ama göz pınarlarından dökülen yaşlara söz dinletemedi.”Mağara Dostu”nun söz dinletemediği gözyaşları; bir sevdâlı câzibesiyle gidip Hazret-i Yetim’in mübârek yüzünü öptü.
Aslında, onlar birer inciydi ve sedefin onları kendine çekmesi kadar tabiî bir şey olamazdı.
O anda,”Yâr-ı Gar”ı ferahlatıp tesellî eden fısıltı, hâlâ yetimlerin kulaklarını çınlatır:
–“Korkma! Allah bizimle berâberdir.”
Sen de vücut mağarandaki “İkinin Birincisi”ne âit bu sesi duy; O’na “yâr-ı gar” ol! Bırak, nefs yılanı sokarsa soksun ve ağlamaktan korkma! Gözyaşlarına dur demeye kalkışma! Zâten, va’z-nasîhat dinleyen gözyaşına gözyaşı derler amma,”inci” demezler.
Ve inan ki; sen dediğim aslâ sen değilsin, benim! Ben bunları kendime söylüyorum.
Sakın alınma!