Erkek ve dişinin karşılıklı olarak birbirlerinde görüp seyretmeleri gereken güzellik, aslî yapılarında gizli bulunan güzelliktir.
Her insan, buna meyilli olarak yaratılmıştır; bu istek, insanoğlunun mayasına karılmış bir cevherdir.
Fakat çoğunluk, ete-deriye, kaşa-göze takılıp kalır; özümüzde gizli hârikayı görecek göze sâhip olmanın yolunu aramayı bilmeyiz. Ki, bu da bir cilvedir ve öyle bir işdir ki bu; ete deriye takılıp kalmanın bir anlık sonucuyla insan nesli çoğalır.
Bir an için düşünmeye çalış ve insana bahşedilen şu mükâfatın büyüklüğüne bak! Kabukta kalan bir anlık karşılıklı meylediş; karşılıklı yetimlik ne ile ve nasıl mükâfatlandırılıyor, bir düşün!
Ya bir de bu arzuyu, bu çekilişi, bu yetimliği asıl mânâsıyla yaşadığını düşün…
Kimbilir, karşılaşacağımız ödül ne çapta olur?
Erkeğin dişiye meyli, ona doğru çekilişi; kadının yaratılıştan mâlik bulunduğu mücerret ve gerçek güzelliği seyretmek, o cevherle birlik olmak, onu sevmek ve onunla tamamlanmak arzusundan kaynaklanıyor.
Erkeği ve dişiyi, elektrik devresini tamamlayan iki zıt kutup gibi mütâlâa et! (Kadın, erkeğin yarısıdır) hikmetini de bu parantezde yeniden düşün!
Eğer aklın varsa, “erkek bütündür, kadınsa onun yarısı” gibi ahmakça saplantılarla ilgilenmezsin!
Ve dersin ki: “Erkek, ancak kadınla tamamlanabilen bir yarımdır.”
İnsanlık târihi boyunca çoğu erkek, kadının aslî cevherindeki güzelliği Peygamberâne bir bakış ve sevişle görebilecek irfâna sâhip olmadığı için; onun yâni kadının yalnızca fânî olan, bedenî güzelliğini seyredebilmek basitliği ile yaşamıştır.
Ama, erkeği kadına doğru çeken, cezb eden şey, temelde kadının asıl güzelliğine doğru, yaratılıştan gelen çekiliştir.
Kadın ise, sâhip bulunduğu mücerret ve gerçek güzelliği erkeğe göstermek; onun tarafından keşfedilmek ve sevilmek istiyor.
Fakat o da kabukta kalan bir anlayışla donandığı için, yalnızca dışını süsleyip-bezeyip; fânî câzibesini sergilemekten öteye bir hünere sâhip olamıyor.
Temelde onu dürten şey de, aslî güzelliğini teşhîr edip erkeğe beğendirmek iken, bunu başaracak irfandan mahrum bulunduğu için, tutup, basit ve bayağı yolu yegâne yol biliyor; vücûdunu pey sürüyor.
Hâlbuki bu, çok kısa bir süre için geçerlidir.
Nitekim, çabuk yıpranan ve bozulan bu bedenî güzelliğin bir müddet sonra o eski çekiciliği kalmıyor.
İşte, aşksız ve irfansız yâni “vasıfsız” bu iki cinsin birbirlerine itilip-çekilmesi, insan neslinin üreyip çoğalmasından öteye bir fayda sağlamıyor.
Meselâ…