Çarşamba, Şubat 12, 2025

Muhasebe-4

4.

Şimdi Muhasebe durumumuzu gözden geçirmeyi sürdürelim ve ortaya şöyle bir sual atalım:

Millî Şâirimiz Mehmed Âkif ‘in: “Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı!” mısra’ını nasıl anlamalıyız?

Bize göre bu söz, doğrudan doğruya şu Hadis’in şiiriyet kazanmış hâlidir:

(İnsanlara, akılları seviyesinden hitâb ediniz!)

Bu hadîsi tefsîr eden Hazret-i Mevlâna buyuruyor ki:

“Eğer insanlar seni anlamıyorsa, kabahat sendedir!”

Akıl denilen cevher durmaksızın bir gelişme, yâni tekâmül hâlindedir. Eğer bu gerçeği kabûl ve idrâk edemeyen bir kafaya sâhipseniz; aklı durgun ve ileri doğru hareketsiz zannına kapılanmışsanız, hayattaki hiçbir mes’eleyi çözmenize ve huzur bulabilmenize imkân ve ihtimâl yok demektir.

Allah’ın insanlara bahşettiği sayısız nîmetten en önemlisi, AKIL’DIR.

Ve Allah’ın yaratışında, tekrar diye bir şey yoktur. Bu yüzden, TECELLÎDE TEKRAR YOKTUR demişlerdir.

Bunun ne demek olduğunu anlamak için de uzun boylu kafa yormaya gerek yoktur. Bahçenizdeki ağaca, saksıdaki çiçeğe baksanız yeter! Çiçek, aynı çiçektir; ağaç, aynı ağaçtır.. Ama, hem hiçbir yaprak birbirine benzemez; hem de her bahar yeniden çiçek ve meyve verdiğinde bir yenilik ve benzersizlik mevcuttur.

Bu kural, insan, hayvan, bitki ve taş-toprak için de aynen geçerlidir.

Kısacası, kudreti ve san’atı sonsuz olan Allah, bir yarattığını bir daha aynen yaratmaz!

Yâni, “Tecellîde, tekrar yoktur!”

Bizim, her gün ve her an hücrelerimiz yenileniyor.

Zâten, başka bir âyet-i kerîme’de: “O, her an yeni bir iş ve oluştadır” buyrulmuyor mu?Kâinâtın ve kâinattaki her bir varlığın “oluş mâcerâsı” olup bitmiş değildir; her an bir oluş söz konusudur.

Gözümüz ve zihnimiz aldanıyor da, biz bu “oluşu”, bu yenilenmeyi ve değişmeyi fark edip göremiyoruz.

Peki, mâdem her şey her an yenilenip gelişiyor, akıl da bir mahlûk, yâni Allah’ın yarattıklarından biri olduğuna göre; akıl, yerinde mi sayıyor?

Aklın, değişken bir cevher olmadığını.. statik bir şey olduğunu kabûl etmek, tek kelimeyle ZAN’dır ve Hazret-i Peygamber’in buyruğuyla sâbittir ki; Zan, görüşlerin en zayıfıdır!

Aynı şekilde, “zaman” denilen mefhumu da “durmadan geçip giden bir şey” diye zannetmiyor muyuz? Bunu böyle zannetmek, “ben kalıcıyım, zaman geçici” aldanmasını getiriyor ve hayat boyu aldanarak ömür tüketiyoruz.

Haydi, zamânı geçici ve kendimizi bu dünyâya “kazık kakıcı” olarak görmek bu çağın vazgeçilmez cehâletidir diyelim ve esas konumuz olan “akıl”la ilgili açmazımıza dönelim.

Aslında, zaman ve akılla ilgili yanlış algılamalarımız, bizim bütün sıkıntılarımızın başında gelen sebeptir.

Şimdi tekrar dönelim, üzerinde durduğumuz, Âkif’in o meşhur mısra’ına…

Türk Milleti, Mehmed Âkif bu şiiri yazmadan önceki devirlerde, doğru ve isâbetli düşünen; öyle îmân eden bir milletti. Çünkü, yetişme tarzı doğru ve yerli yerinceydi.

Şimdilerde ise, çarpık düşünen, daha doğrusu “tefekkür”den nasipsiz; İslâm’ın rûhundan ve îmânın özünden habersiz bir “güruh” peydahlandı. Bunlar, bu koca milleti de peşlerinden sürüklüyor ne yazık ki.

Günlük gazete ve televizyon haberleri, insanı dehşete düşürecek derecede kötülük, çirkinlik ve hayâsızlık destanları sergiliyor. Bunları yapanlar da bizim insanlarımız yâni bizleriz.

Ama, Elhamdülillâh Müslüman’ız!

Nerede İslâm’ın prensipleriyle amel eden mü’min?

Bu, elbette kendi kendine olmadı; “Hepiniz çobansınız, sürünüzden mes’ulsünüz” hadîsinden bî-haber… vatan evlâtlarının kendilerine verilmiş birer “mukaddes emânet” olduğu hakîkatini bilmeyen, anlamak istemeyen sözde yöneticiler yüzünden oldu.

Kısacası, din ve İslâm adına “taassup” yâni “cehâlet” prim yaptı; politika bezirgânları bunu körükledi ve kendilerine bu câhil zümreyi bir menfaat kapısı bildi.

Dış mihraklar da “ılımlı İslâm’, yâhut “Dinler arası diyalog’ ’vs. gibi plânlarla yerli işbirlikçilerini ve dirâyetsiz idârecileri destekledi.

Zâten, sosyolojik ve psikolojik vâkıadır; Bir topluma doğruları ve gerçek fikirleri vermezseniz, o fikrin sahte olanları hemen gerçeğin ve doğruların yerini alır.

Lider ve kahraman bekleyen toplumlar için de aynısı geçerlidir; beklenen liderin veyâ kahramanın hakîkîsi ortaya çıkmazsa, toplum, bu beklentisini sahte ve “karikatür lider”lerle karşılar; onu, kurtarıcı ve kahraman olarak kabûllenmekte gecikmez.

Nitekim üşenmeyip bir anket yapsanız ve üstte zikrettiğimiz Mehmed Âkif’in şiirindeki o mısrâdan ne anladıklarını sorsanız; Müslümanlığı kimseye bırakmayan büyük çoğunluk, bu ankete şu mealde cevaplar verecektir:

“Bütün insanlığın idrâkine, İslâm gerçeğini kabûl ettirmek ve bunun için de “cihat” yapmak, topyekûn insanlık âlemini Müslüman yapmak lâzım!”

Evet… Üç aşağı beş yukarı bu mânâya gelen cevaplar alacağınız kaçınılmazdır. Bu hayâlî ifâdedeki “İslâm gerçeği” veyâ “cihat” sözlerinin ne anlama geldiğinin konuşanlar tarafından bilinmediğini de bir kenara kaydedin lütfen! Hele şu “cihat” sözü…

Peygamber’imizin, bir savaş sonrası buyurduğu: “Küçük cihat bitti, şimdi büyük cihad başlıyor.” Mealindeki hadîsini hepimiz biliriz. Demek ki düşmanlarla savaşmak,vatan için canını ortaya koymak “küçük cihad”dır. Buna karşılık, bir insanın kendi nefsiyle savaşması ise birinci derecede önemli olan “büyük cihad”dır. Aslolan, dînimize göre, böylesidir.

Mâdem öyledir, neden dünyâ Müslümanları ikinci derecedeki bir “kavga”yı, ilk plânda mütâlâa ediyor ve kendisini dünyâya yanlış tanıtıyor?

Merhum Âkif bunu mu demek istedi? Hâşâ!

Elbetteki hayır!

O,üstte de vurguladığımız gibi, hangi zamanda yaşıyorsak, o çağın idrâk ve akıl seviyesine uygun olarak bir üslûp kullanmamız ve İslâmiyet’i -Kur’ânî prensipler değiştirilmeden- buna göre yaşamamız, anlamamız ve anlatmamız gerektiğini söylüyor.

Bu, o kadar açık seçik ve şaşmaz bir kuraldır ki; Hazret-i Peygamber’in bütün hayâtı, söyleyip-gösterdikleri baştan sona bunu dile getirmektedir. Hadis olarak da ayan beyan önümüzdedir.

Peki, neden bu derece çarpık ve yanlış yorumlanabiliyor?

Çünkü, “mü’min aklı” devre dışı bırakılmış.. Kuru Akıl rehberimiz olmuş; “zanlar” ve saplantılar insanımızı yönlendirir hâle gelmiş, ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ DİN YERİNE KONMUŞTUR.. Başka bir deyişle, “dindar insan” hızla çoğalmış, fakat “ahlâk güzelliğine sâhip mü’min insanlar” âdetâ Kafdağı’nın ardına kaçmıştır.

Taassup gelip, îmanın yerine çöreklenmiştir.

Arab’ın veyâ Acem’in yaşadığı DERME ÇATMA İslâmiyet, Müslüman Türk’ün tertemiz ve kendine has îmânına hükümrân olup çıkmıştır.

Kendimizden, yâni Türklüğümüzden utanç mı duyuyoruz da, başkalarından din anlayışı, başkalarından lider arayışı içindeyiz?

Demek ki, maymun gibi taklide meraklı bir güruh, her türlü yabancıyı taklid ediyor da, Müslüman-Türk olmaktan utanç duyuyor.

Bunlar, ülkemizde sesleri çok çıkan,gazetelerde ve televizyon ekranlarında kuş kadar akıllarıyla Türk Milleti’ni kendince gütmeğe kalkan; Arap’ın, Acem’in yâhut Amerika’nın borazanı, paralı askeri olmuş “Gayr-ı Türkler” olabilirler mi acabâ?

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Rıza Tekin UĞUREL
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!