[v.1694]
Çanakkale Boğazı’nın girişine 80 km mesâfedeki Limni Adası, İstanbul’un fethinden hemen sonra İmroz ve Bozcaada ile birlikte Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Lozan Antlaşmasına göre, askerden ve silâhtan arınmış olmak şartıyla Limni Yunanistan’a bırakıldı.
İşte stratejik bakımdan önemli olan bu adada büyük bir Türk velîsi yatmaktadır: Niyazi Mısrî. Asıl adı Mehmet olan Niyazi Mısrî Malatya’da doğdu.
Yirmi yaşına kadar dinî ilimleri öğrendi. Medreseden mezun olunca vaazlar vermeye başladı ve büyük ilgi gördü. Küçüklüğünden beri tasavvufa alâka duyardı. Önce Malatya’da bir Halvetî şeyhine intisâb etti. Yakınlarının iznini alarak uzun bir seyahate çıktı.
Diyarbakır, Bağdad ve Kerbelâ yoluyla dört yıl sonra Mısır’a gelebildi. Burada üç sene kaldı. Bir Kadirî şeyhi nezdinde hem tasavvufî eğitimine, hem de el-Ezher’de öğrenimine devam etti. Kendisine “Mısrî” denmesi Mısır’daki bu döneminden dolayıdır. İstanbul’a döndü.
Bir müddet irşadla meşgul oldu.
Bir süre sonra Bursa’ya gitti. Uşak’a geçti. Sonunda Elmalılı Ümmî Sinan’la tanıştı ve bütün varlığı ile ona bağlandı. Hareketli bir kimseydi, çeşitli yerleri dolaştıktan sonra, şeyhinin vefâtını müteakip Bursa’ da yerleşti.
Halvetiye’nin Mısriyye kolu onun adıyla anıldı ve günümüze kadar sürüp geldi. Niyazi Mısrî’nin Divânı meşhurdur ve şiirleri, ilâhileri dillerde dolaşır. Gerçek tevhidi, her yerde Hakk’ı görmek gerektiğini hatırlatan ilâhisi ne kadar anlamlıdır; “Ben kulumu sevdiğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum.” kudsî hadisinin meâli gibidir:
“Derman arardım derdime derdim bana derman imiş
Burhan sorardım aslıma aslım bana burhan imiş.
Sağ u solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş.
Savm ü salât ü hacc ile sanma biter zâhid işin
İnsan-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş.
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş.
Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana hakk’el yakiyn
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş.
Her mürşide el verme ki yolun sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş.
İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’tan âyan bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş. “
Niyâzi, etkili konuşmaları ve geniş çevresi dolayısıyla yönetimin ve iktidar sâhiplerinin dikkatini çekmiş birisidir.
Bu sebeple hem büyük ilgiye mazhar olmuş, hem de çok sıkıntılar çekmiştir. Meselâ Sultan IV. Mehmed Lehistan seferine çıkmadan önce Niyâzi Mısrî’yi ordunun mâneviyatını yükseltmek amacıyla İstanbul’a çağırdı.
O da bu dâvete uyup orduyla birlikte sefere katıldı. Onun, sevenleri kadar sevmeyenleri de vardı. Hakkındaki bir iftira sonucu dervişleriyle birlikte Bursa’ya döndü. Dedikodular, sosyal huzursuzluklar peşini bırakmadı. Bu arada 1673’te Rodos adasına sürüldü.
İlgi çekicidir, onu Rodos’a götüren resmî görevlilerin başı olan Azbî, daha sonra en sâdık müridleri arasında yer aldı. Mısrî afla geri döndü. Niyazi Mısrî’nin çalkantılı bir hayat sürdüğü görülüyor.
Kısmen fikirlerini pervâsızca söylemesi, kısmen de dedikodu ortamının güçlü olması sebebiyle, Limni adasına sürgüne gönderildi. Orada on beş yıl kaldı, affedildi.
Sultan II. Ahmet devrinde Avusturya seferine çıkılacağı zaman, bu savaşa müridleri ile birlikte Niyazî de katılmak istedi. Yönetim buna pek hoş bakmadı.
Buna rağmen Edirne’ye geldi. Padişah kendisine saygı hisleriyle dolu olmasına rağmen, sadrâzam onun nüfûzundan korktu ve padişahı iknâ ederek tekrar Limni’ye sürdürdü. Artık yaşlanmıştı, 1694’te orada vefat etti.
Niyazi Mısrî’nin türbesini üzerinde taşıyan Limni Adası, stratejik açıdan Türkiye coğrafyasıyla yakından ilgilidir. Aynı zamanda mâneviyat ve kültür târihimiz bakımından da önem taşır.
Hareketli ve dağdağalı bir ömür süren Niyâzi Mısri’nin maddî hayatı çok gerilerde kaldı. Ama onun eserleri, bilhassa duygulu ve coşkulu şiirleri hâlâ yaşamaktadır.
“Tende cânım canda cânânımdır Allah hû diyem
Dilde sırrım serde sübhânımdır Allah hû diyem. “
Sözleriyle başlayan ilâhisi içimizi aydınlatır.
Dervişlik bir olgunlaşma yoludur.
Bakalım Niyâzi Mısrî’nin dervişlik anlayışı nasılmış:
“Derviş olan âşık gerek
Yolunda hem sâdık gerek
Bağrı onun yanık gerek
Can gözleri açık gerek.
Alçaktan alçak yürüye
Toprak içinde çürüye
Aşk ateşinde eriye
Altın gibi sızmak gerek.
Zikr-i Hakk’la meşgul ola
Yana yana kül ola
Her kim diler makbûl ola
Tevhîde boyanmak gerek.
Eyven kişi yol alamaz
Maksûdunu tez bulamaz
Yok olmayan vâr olamaz
Vârını dağıtmak gerek.
Dervişlerin en alçağı
Buğday içinde burçağı
Bu Mısrî gibi balçığı
Her bir ayak basmak gerek”.