Eskiden çini imâl edilen en önemli merkezler Kütahya ve İznik idi. İşte “Püf Noktası” tâbiri bu iki şehirden birinde yaşanan şu hâdiseden çıkmış ve dilimize yerleşmiştir;
Bir çini imâlâthânesinde çırağın biri uzun müddet çalışıp kalfalık seviyesine gelmiş… Gene bir zaman çalışmış ve mükemmel çiniler ortaya çıkardığı için ustalığına da inanmaya başlamış. Fakat ustasından, ne zaman dükkân açabilmek için müsaade isteyecek olsa, ustası:
–“Hele dur bakalım; sen henüz bu san’atın püf noktasını kavramış değilsin, biraz daha zaman var”, cevâbını alırmış.
Kalfa, epeyce zaman sabretmiş ve sonunda dayanamayıp, işi bırakmış ve kendi başına çalışmak üzere bir dükkân açmış. Zevkle koyulduğu yeni işyerinde ne yazık ki ilk denemelerinde hayâl kırıklığı yaşadığını hayretle görmüş. Zirâ ortaya çıkan çiniler hep çatlak çıkıyormuş. Şundan mı oluyor yoksa bundan mı diye bir hayli uğraştığı halde çatlamaların devam ettiğini ve işin yürümeyeceğini anlamış.
Üzgün ve utanmış bir halde varıp, olan biteni bir güzel anlatınca, ustası:
–” Oğlum, ben sana demedim mi, bu san’atın püf noktasını henüz öğrenmedin diye? Şimdi yap bakalım bir tabak da görelim, işin sırrı neymiş”, cevâbını vermiş.
Kalfa, tabağı yapmış; usta, eldine aldığı tabağı evirip çevirmiş ve bir yerine “Püf!” diye üfürmüş. Sonra fırına giren tabak, bir müddet sonra fırından sapasağlam çıkmış.
İşin sırrını, bu meslekle uğraşanlar şöyle izah etmiş: “Tabak veya herhangi bir ürüne sır tabakası arasında kalan minik bir su damlacığı, fırına giren malda buharlaşma neticesinde çatlamaya sebep olabilir. O halde fırına girmeden önce o hava kabarcığını görerek üfleyip söndürmek gerekir.”
Her işin erbâbı, kendi mesleğinin kritik inceliklerinin de ustası olmuş kimsedir ve her mesleğe dâir bir “püf noktası” mutlaka mevcuttur.