Bu yazı; pek saygılı Sâmiha Ayverdi Hanımefendinin Havadis Gazetesinin 9 Mart 1957 târihli nüshasında neşrolunmuş yazısıdır.
Sâmiha AYVERDİ – Rahmetli Ayasluğ
Milâttan evvelden beri, târihî ve arzî birçok değişikliklere tâbi olmuş bulunan Anadolu’nun Garp yüzündeki küçük ve mâmur Ayasluğ kasabası, çeşitli kavimler ve medeniyetler tarafından îmar, istilâ ve tahribe uğramış bir Ortaçağ ticâret merkezi idi. İnsan ihtirası ve zekâsının pençesini uzattığı her toprak parçası gibi, bu kasaba da elden ele dolaşırken, kaderinin bir devresinde de Bizanslılardan Selçukîlere ve bu Türk İmparatorluğunun yıkılışından sonra ise Aydınoğlu Hızır Bey’e mâlolmuştu.
Yıldırım Beyazıd’ın bir akın ile Osmanlı birliğine ilhak edilmesi, onu yine Türk efendilerinin elinde bırakmış, Timur’un Anadolu’yu istilâsı dahî kasabanın çehresinden Türk damgasını kazımamıştı. Aksak Timur (1402) bir karargâh kurarak, Türk beylerini burada müzâkereye çağırmış; fakat tâlihin ve târihin garip bir cilvesi olarak, yine burası, Osmanlı fetretini yenen Mehmet Çelebi’nin, mütegallibe ve sergerdeleri affedip tâzimlerini kabûl edişine de sahne olmuştu. Ancak, İzmir’in gün günden inkişâfı ve Kuşadası’nın, kasabanın ticârî ehemmiyetini elinden alışı, şehri köyleşmek ve harâbeye yüz tutmak vaziyetinde bırakmıştı.
Dokuz yüz seneden beri Türk idâre ve hâkimiyetinde bulunan Ayasluğ şehri, şimdi bir Katolik efsânesi sâyesinde Hıristiyanlık âleminin alâkasına mâledilmekle yeni bir ad ve yeni bir tada namzet bulunuyor. Hattâ bu devlet kuşu, Müslüman – Türk birliği aleyhine şimdiden şehrin başında kanat çırpmaktadır. Ecdâdımız, aldıkları bir memleketin siyâsî ve idârî çehresini değiştirirken, ona mânen de kendi kaşelerini vurmak sûretiyle, iki koldan zaptederlerdi. hattâ kılıcın arkasından gelen mânevi fütulıâtı belki kan ve can pahasına kazanılmış zaferden üstün tutarlardı.
Böylece de iskân ve îmar faaliyetine muvâzi olarak, şehitlere türbeler yapılır; eskiden kalma ziyaretgâhların yanı başma menkîbeleri, hâtıraları ve hikâyeleriyle bir Müslüman velîsinin ruhâniyeti birleştirilerek velâyet ve hamâsetin yekvücud olduğu bir millî hava teşekkül ediverirdi. Bugün aynı taktik, Müslüman dîninin bir esâtir artığı zannedildiği şu devirde, Hıristiyan dini tarafından bizim topraklarımızda bize karşı kullanılıyor. Şöyle ki, Katolik mezhebi lehine rahmete kavuşan Ayasluğ – Selçuk kasabasına, bir Meryem Ana efsânesi pençesini atmıştır.
Biz ise, iktisadî ve turistik bir inkişaf vesîlesi zannıyla, bu masala bin can ile iştirâk ederek topraklarımıza Katolik akınını hoş görüyor ve mihraklaşan Hıristiyan nüfuzunu minnet İle karşılıyoruz. O kadar ki, otuz sene evvel Selçuk ismine tahvil ettiğimiz bu şehrin yeni künyesi yalnız resmî muamelâtta ve coğrafya kitaplarında kalarak, turistik propaganda edebiyat ve halk söyleyişi onu Efes yapmış bulunuyor. Bülbül dağında bulunan harap kilise, vaktiyle Hazreti Meryem adına inşâ edilmiş binlerce mâbedden biridir, inşâ tarzı yenidir ve İtalyan Katolik papazları tarafından yapılmıştır.
Son zamanlarda Avusturyalı bir kadın “Valide-i İsa” nın orada medfun olduğunu rüyâsında görüp ifşâ edince fırsatı ganîmet bilen Katolik dünyâsı ayaklanmış ve ilk iş, sâfiyetimizi ve basîretsizliğimizi elde ederek bu Türk kasabasını bir “mukaddes makam” hâline getirmiştir. Hâlbuki bir vakitler İtalyanların Anadolu’ya sızmak için seçtikleri Kuşadası ile civârında satın almış oldukları büyük arâzi ve kurmuş oldukları yağ fabrikaları istimlâk edilerek, İtalyan ordusuna mensup zâbitlerden mürekkep personel de buradan uzaklaştırılmıştı.
Katoliklerin el çabukluğuna rağmen, vaktiyle bu şehirde bir konsil kurmuş (431) olan Ortodokslar, bu efsâneyi külliyen reddediyorlar. Massignon gibi ilim adamları ise bir emri-vâkî olarak kabûl etmeyi, 1955 Bizans tetkikleri kongresindeki tebliğinde Avusturyalı Bizantoloğ râhip Auf-hanser ise işi bir îtikad cilvesi olarak vasıflandırmayı zihniyetlerine uygun buluyorlar. Fakat yine de Hıristiyanlık âleminin müteassıb halk seviyesinde uyandırdığı heyecan, katolisizmin hoşuna gidiyor; en tuhafı bizim de hoşumuza gidiyor; Daha da kötüsü, içtimâî hassâsiyetini ve reaksiyonlarını kaybetmiş bir kütle olarak, ilmî ve ciddî bir esası olmıyan bu efsâneye inanıyoruz da.
Hem o kadar inanıyoruz ki, Katolik hacıların akını ile berâber Efes adına tescil ettiğimiz rahmetli Ayasluğ’a, biz de onlarla beraber taşınıyor, ayni kasabada turizm bakımından çok daha mühim Ayasluğ harâbeleri ile Aydınoğlu eserleri dururken, broşürlerimize, tebrik kartlarımıza bu hayalî Kâ’benin resimlerini basacak bir duygusuzluk örneği gösteriyoruz. İşin tehlikesini kavramak için târihî hâfızamızı çok gerilere doğru itip zorlamağa hâcet kalmadan, yakın mâzinin şu iki misâlini göz önüne almamız bize yeter artar bile: Son asırda Yahudi altınlarına dayanamayan Filistin Arabı, toprağını sata sata kendi eliyle idam hükmünü vermiş ve sonunda da bir esir gibi hor ve hakîr vatanından sürülüp atılmıştır.
Kıbrıs dâvasında ise Türk tezinin okka çeken maddeleri arasında, toprak ve binâ mülkiyetinin lehimize verdiği rakamı unutmamak lâzımdır. Şu hâlde kahramanları, şehîdleri, erleri, erenleri ve sayıya hesâba gelmez uluları ile her karış toprağını kaplayacak kadar zengin ve şanlı bir târihi olan bu vatan sathına mukaddes makamlar lâzımsa, bunların yabancılardan değil, ancak o muhteşem mâziden seçilmesi icâb eder.