Masonik Pençe
9. Girift ve her parçası ustalıkla birbirine kenedlenmiş masonik pençenin, Osmanlı tahtı ve Türk aydınları üstüne uzanışının tahlîli yapılacak olursa, bir taht namzedini de, münevver tabakayı da, ucuzca avlayabilmenin ve o majisyen ağızdan çıkan her teklîfe gözü kapalı “belî” dedirtebilmenin psikolojik tazyîkini görmek güç olmaz.
Bu takdirde karşımıza çıkacak olan gerçek, memleket bünysini karabulut gibi sarmış bir aşağılık kompleksidir. El ele vermiş devamlı ve şanlı zafer asırlarından sonra, önümüzde dize gelmiş olanların önünde dize gelmenin yılgın ve mahcup boyun eğişinde, işte bu küçülmüş olmaklığın payını da unutmamak îcâb eder.
Yahudilik, Rönesans ve Reform’dan beri, Avrupa’nın hattâ Amerika’nın ve hattâ bütün dünyânın siyâsî, iktisâdî ve içtimâî kaderini elinde tutan gizli kuvvetdir, dense aşırı bir hüküm sayılmaz.
Bir çok Garb devletlerinin başına geçmiş ve idâre mekanizmalarının içine yerleşmiş olan Yahudi ve Mûsevî karakteri taşıyan masonik unsurlar, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan tâbiiyeti altına girmiş jüdacı veyâ jüdaizmin koruyucusu ve dayanağı olan birer icrâ organıdır ki, Garb medeniyetinin felsefî, içtimâî, iktisâdî ve siyâsî harîtasının mukadderâtını, devlet adamı; ilim adamı; muharrir; gazeteci ve san’atkâr isimleri altında geçmiş asırlarda olduğu gibi, hâlen de idâre etmektedir.
Kronolojik ve târihî seyirleri adım adım tâkîb edilince, bütün dünyâya kol atmış ve kök salmış bu organize teşkîlâtın ip uçlarını yakalamak, çalışma metodlarını ve gayelerini öğrenmek, o kadar güç olmaz. Fakat bu teşkîlâtı da, dünyâyı da idâre eden tek Mason’un kim olduğunu bilmek güç, hattâ muhâldir.
Arı beyinin muhteşem inzivâsı ve kovanı içindeki saltanatı, dünyânın ağzını tadlandıran bir semere verir. Lâkin meçhul ve gizli köşesinden yeryüzünün siyâsî, iktisâdî ve içtimâî mukadderâtına kumanda eden bu tek adamın faâliyet semeresi, dünyânın ağzında tad, dizinde derman, gönlünde huzur bırakmaz.
Kökü dışarıda ve mensuplarının büyük ekseriyeti ayrı milletten ve ayrı dinden olan ve yemin ile bağlı bulunduğu tarîkatına, her ne bahâsına olursa olsun, hizmetle mükellef bulunan böyle bir cemâattan, nasıl olur da memlekete fayda ve iyilik beklenebilir?
İşte, büyülenmiş gibi bir göz bağcılıkla basîretleri körletilmiş memleket münevverleri bunu bilemedi, göremedi. Bilip göremedikleri için de “Meşrûtiyet” serâbına,hakîkat zanniyle düşe kalka koştu; fakat hüsrandan başka bir şey yakalayamadı.
Zîrâ Meşrûtiyet, kütle ihtiyâcının talebi ile,henüz cemiyet bünyesinde olgunlaşıp boy atmış bir tohum değil, yabancı ufuklardan getirilmiş,henüz adı da tadı da bilinmeyen bir nesne idi.
Şu nokta, beşeriyet târihi yönünde üstünde durulmağa değer ki, insanoğlu, hangi devirde ve hangi medeniyet asrında yaşarsa yaşasın, bilerek bilmeyerek, vahdetperest olmak, bir îmâna bağlanmak ihtiyâcını duymaktadır.
Ancak, aradığı birliği, saf ve gerçek mânâda yakalayamadığı zamanlar, sahte inanışlara, hürâfelere, türlü mezhep ve akîdelere sapmak sûretiyle bu ihtiyâcı kapatmağa uğraşır.
Bihassa gerçek îmânın ve hakîkî din duygusunun boş bıraktığı vicdan ve îman sâhalarını, derhal sentetik bir din diyebileceğimiz bu gibi bid’atler, menfaatler ve türlü entrikalar istîlâ eder.
İşte farmasonluk da, beşerin tatmîn olmamış emel, arzû ve ihtiyaç açıklarından faydalanarak, boş bulduğu meydanı istîlâ eden bir sun’î îman, bir sentetik inanış yoluyla bedel tatmindir.
Sâmiha AYVERDİ OSMANLI ASIRLARI