Genç Kız, bakışlarını sevdiğinin gözlerinden ayırmaksızın, fısıldadı:
—Beni yalnız bırakma!
Bu, sanki fısıltı değil, alevden tor-top olmuş yanan bir oktu. Öyle ki, kor hâlindeki bir çift dudaktan ibâret yay, o oku fırlatmış; ok ise hedefe varıncaya kadar bir saçma gibi dağılıp,üç parça hâlinde delikanlının canevine saplanmıştı.
Bir müddet böylece kala kaldılar.
Delikanlı, buğulu ve her zamanki mânâlı bakışlarını genç kızın gözlerine dikmiş, susuyordu. Ama gözleriyle konuşuyordu.
Gözlerindeki mânâlar, sevdiğinin gönlüne aksetmiş de oradan, o aynadan dile gelmiş gibi, bu sükûtu bozan gene genç kız oldu:
—Biliyorum, dedi, küçücük bir cümlede üç hatâ birden yaptım. Belli ki seni yeteri kadar ve derin bir aşkla sevebilmiş değilim.
—Üç kelimelik cümlede üç büyük yanlış var. Önce “ben” diyorum; aşkımda samîmî olsaydım ortada ben de kalmazdı. Bu bir… İkincisi,”yalnızlıkla” ilgili ki; gerçek âşık aslâ yalnızlık vehmine kapılmayandır derler. Üçüncüsüne gelince… Haydi kendimden şüphem var diyelim; ama senin aşkından şüphem mi var ki, beni “bırakman” söz konusu olsun?
İşte bütün bunlardan, seni sevdiğimi ama henüz senin aşkında yok olacak olgunluğa erişemediğimi anlıyorum sevgilim.
Acemi bir âşık olarak kalmayacağıma inan ve ne olur beni bağışla!