‘Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm’
(Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla)
Söyleten ve Yazdıran…
Allah’ın kudret hazînesinden gönül dünyâmıza yansıyan ilhamla, duygu ve düşüncelerimizi kâğıda dökmeye çalıştık…
Kalemimiz, söyletene ve yazdırana aracıdır… Huzurunda secdededir!.. Hikmetlerini kelimelerin kalbine yazdıran Rabbime şükrediyorum!.. Yolumuz Hak yoludur… Evveli Allah… Âhiri Allah!..
Hayat Bulduğumuz Yüce Dinimiz
İslâmiyet, milletimizin ahlâkı değer ve moral gücünün temelini teşkil etmektedir. Mânevî değerlerimiz, toplumda madde ve mânâ hedefleri arasında uyum sağlanmasını temin etmiş, bütünlük kurmuştur.
Bizim kültürümüz, îmanımız ve inanç anlayışımız, herkesin hakkını eksiksiz ve zamanında vermek, kul hakkı yememek, helâli ve haramı bilmek, adâleti sağlamak, güçsüzleri ve ihtiyaç sâhiplerini korumak, sevgi ve hoşgörüyü davranışlarımızda esas almak, ahlâklı, dürüst ve vicdan sâhibi olmanın insan olmanın şartı olduğu temel felsefesine dayanır…
İslâmiyet, milletimiz için huzur, hoşgörü, güzel ahlâk, adâlet, insaf, hikmet, irfan, birlik ve berâberliktir…
Dinimizin özü ve esâsı, toplumun ayrılık ve gediklerini kapatarak, Türk insanını aynı idealde birleştiren ve bütünleştiren vahdet akîdesidir.Bu akîde, milli tarihimize kendine has rengini ve üslûbunu vererek, onu milliyet duygusunun da sağlam bir dayanağı yapmıştır…
Dinimiz, milli kültürümüz, tarih şuurumuz, dilimiz, örf ve âdetlerimiz bizim millet olarak müştereklerimizdir.
Türk insanının en büyük mes’ûliyeti, müşterek değer ve zenginliklerine sıkı sıkıya sarılmak ve safları sıklaştırmaktır… Müştereklerimiz, milli birliğimizin, bütünlüğümüzün, geleceğimizin, yarınlara bakışımızın en sağlam teminatıdır!..
Ölmeyen Ölülerimiz!.. Gönül Sultanlarımız…
“Ten fânidir, cân ölmez, gidenler geri gelmez
Ölür ise ten ölür,canlar ölesi değil”
Yûnus Emre
Anadolu er ve erenleri, gönül dünyâmızı aydınlatanlar, Allah’ı kendi gönül ve ruh dünyalarında bulmanın şevki ve heyecânıyla yaşarken, aynı zamanda, bu millete kendi vicdanlarında inanmanın, Allah’a teslim olmanın hikmet ve sırlarını da öğretmişlerdir.
Onlar, milletimizin, ruhuna, vicdanına ve varlık sebebine Allah sevgisi kazandırmışlardır!..
Gönül er ve erenleri, gönül sultanlarımız, bizi millet olarak, tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirimize bağlamakta ve günümüz ile geçmişimiz arasında bir mânevî köprü, bir ruh iklimi oluşturmaktadırlar…
Bu Hakk dostları, gönül ve mânâ erleri, bu azîz vatan coğrafyasının, bu duâlı toprakların, imân, tefekkür ve kültür hayâtının,inanç dünyâsının mânevî mîmarlarıdırlar.
Onlar, zamana, sevgi ve îmanlarının mührünü vurmuşlardır…
Bizler, ölüleri ile yaşayan bir milletin mensuplarının… Onlar, ölmeyen ölülerimizdir!..
Onlar, bu toprakların mânevî ufkunda, ruh ikliminde, mânevî himmetleri ve ruhâniyetleriyle her zaman yer alan gönül sultanlarımızdır!..
Allah Dostu Üç Seçilmiş…
Ken’an Rifâî – (Selânik, 1867-İstanbul, 7Temmuz 1950)
Tek hakîkat olan Allah’a bağlılığını ve ilâhî aşkını:
“Sanâ mahsustur ancak havl ü kuvvet Kibriyâ Allah
Bütün mevcut sanâ medyûn-ı şükrandır azîz Allah
İrâden her neye etse ta’alluk o, olur zâhir
Bütün dünya değil kaadir tebdîline Allah”
ve Peygamber sevgisini:
“…Çâresizler dest-gîrî dertliler dermânısın
Gaafilin imdât-resî biçârenin âmânısın
Bildiren sensin Hudâ-yı Zülcelâlî kullara
Enbiyânın, asfiyânın, şahların sultanının
…
Rahmetin bâbında Ken’an ahkâr ü ednâ kulun
Vuslatından eyleme bir lâhza mehcûr ya Resûl”
dizeleriyle, her şeyin üstünde tutan, Peygamberimizin şefaatine sığınan Ken’an Rifâî, yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşamış sûfiler, gönül sultanları arasında çok müstesnâ bir yeri olan bir insân-ı kâmil, bir kâmil mürşit,seçilmişlerden bir seçilmiş Allah dostudur…
Buyuruyor ki:
“Şunu bilmeli ki kâinattaki bilcümle mevcûdâtın maksadı, Hakk’a erişmektir. Gâye, maksat budur…”
[Sohbetler, 1, 129.s. ; 2.bs., 2000, 97.s.]
“Hayattan maksat, ezeldeki ahdini bu dünyâda yerine getirmektir.Dünyânın nimethânesi ve hikmethânesi olduğundan bahsettiğimiz gibi, selâmet ve ganîmethânesi de demiştik.
Bunların hepsi de Allah sevgisinden ibârettir.Yani Allah’ı bulmak, görmek ve tanımaktan ibârettir. Yâni Allah’ı bulmak, görmek ve tapmaktan iberettir. Çünkü rahat, huzur, zevk ve kalp safâsı, ancak bununla hâsıl olur.”
[Sohbetler, 2, 231.s.; 2.bs., 2000, 461.s.]
“İnsanlıktan maksat, her şeyi birlemektir.
Onun için de kudret ve kuvvetin Allah’a mahsus olduğunu herkesten iyi bilmemiz îcâp eder… İşte ‘Lâ ilâhe illallah’ın mânâsı bütün mevcûdâtın Allah’ın emrine zebûn ve mağlup olduğunu görmektir.
…
Hâsılı insanlıktan maksat,bütün mevcûdun Hak olduğunu bilmektir…”
[Sohbetler, 1, 58-59.ss.;2.bs., 2000, 44.s]
“İnsanlık, bu çokluk âlemi içinde ve dünyâ umuru ortasında olduğun halde bir nefes Allah’tan gâfil olmamaktır…”
[Sohbetler, 2, 44.s.; 2.bs., 2000, 327.s.]
Bir hakîkat ehli olan, yaktığı ışık sönmemiş velîler zümresinden Ken’an Rifâî’nin tasavvufî görüşleri tevhîd, güzel ahlâk, aşk ve irfan hâlesi etrâfında örülmüştür.
Ken’an Rifâî’nin Din ve îman Anlayışı:
“O her zerrede Allah’ın bir ismi ile alış veriş eden ve bu alış verişi bediî duygularına, içtimaî alâkalarına, kısaca günlük hayâtına maleden tam bir mistiktir.Böylece de dâimî hayat faaliyetinde bir idrâkle insana, insandan öte bir yol göstermiştir.”
[Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık.İstanbul, 1951, 139.s.]
Ahlâk Anlayışı:
“Ken’an Rifâî’nin ahlâk anlayışını bir cümle ile ifâde edersek, ona ‘sevgi ahlâkı’ diyebiliriz.
Sevgi, namütenahi sevgi…”
[a.g.e., 158.s.]
Tasavvuf Anlayışı:
“O, kendinin de mükevvenâtın da aşk da cem olduğunu görüp, birlik zevkini kemâliyle tatmış asrının müstesnâsıdır.
Fakat bir ayağı aşk ve birlik noktasına basarken, öteki ayağı ile çokluğa sefer edip, beşeriyete istikâmet verici tâlim ve tedrîs borcunu ödemek için sonsuza kadar savaşmaktan geri kalmadığını da unutmamak lazımdır.
İşte böylece de bu örnek insanın aşk ahlâkı,onu, en iyinin, en doğrunun, en güzelin ve en temizin hem mücmel hem mufassal bir âbidesi kılmıştır.”
[a.g.e., 46.s.]
Mürşidliği ve Terbiyeciliği:
“…karar ve hareketlerinin içinde küçükten küçük bir ihlâssızlık, dünyevî veya uhrevî bir endişe ve menfaat bulunmayan Ken’an Rifâî’nin hayat gâyesi, kitlenin faydası için çalışmaktır.
O, hayat akıntısına kapılmış oldukları halde sürüklenip giden insanlara nereden gelip nereye gittiklerini sormak istemektedir…
…
Ken’an Rifâî’nin terbiyeciliğinde en kuvvetli ve tesirli taraf, hudutsuz ve katışıksız samîmiyeti, kapalı, açık tavsiye ettiği her hangi bir şeyin mutlaka kendinde bulunmuş olmasıdır…
O, dâvâsını günlük hayâtına geçirmenin rahatlığına ve mârifetine ulaşmış bir insandı. Yetiştirdiklerini de öyle görmek istiyordu…”
[a.g.e., 84.s. ; 108.s.]
İlme Bakışı:
“O, yirminci asrın hür fikirli insanına yakışacak şekilde, belirli bir hayat zenginliğine ve beşerin inkişaf ve refahı imkânlarına ilmin ve onun tatbîkî neticesi olan tekniğin yardımı ile verilebileceğine kâniydi.
Aynı zamanda taassuplardan, bâtıl itikadlardan, doğmalardan ve iptidaî fantezilerden temizlenmiş saf bir din anlayışının, şartları daha iyi olan bir hayâta varma yolunda, insanlara kuvvet ve teselli veren bir kaynak olarak vücudunu şart görüyordu.”
[a.g.s., 186-187.ss.]
Bütün bu tesbitlerden sonra diyebiliriz ki:
Ken’an Rifâî’nin tasavvuf anlayışı, ‘Cümle mevcûdâtı Hak,Hakk’ı da halk bilmek,esâsına dayanan ve insandan kendi fânî vücûdunu bâkî olan Hakk’ın, yani halkın hizmet ve menfaati yolunda ifna etmesini talep eden bir görüşüne’ dayanıyordu…
Bu O’nun aynı zamanda ‘hayata bakışıydı’,
Ken’an Rifâî, sözden ziyâde öze önem vermiş; güzel ahlâkın söz değil, öz olduğunu bizzat yaşayarak göstermiştir.
Aşk ve îman, O’nun hayat felsefesinin iki temel taşı olmuştur… O, gerçek müslümanlığın mânâsını şahsiyetine ve hayâtına aksettiren bir insân-ı kâmil, bir mürşid-i agâhtı!..
Diyor ki:
“Allah’la olmadıktan sonra,hayat ne kadar âlâyişli de olsa hiçtir.Şunu bilmeli ki dünya zevklerinin netîcesi dâima hüsrandır.
Halbuki gönlünü Hakk’a bağlamış ve insanlığa hizmeti gâye bilmiş kimseler için zevk de safâ da bitip tükenmez. Hattâ çileler ve ıztıraplar dahi onların zevk ve şevklerine engel olamaz… Dünyâya gelmekten maksat aslını bulmaktır. Bunu bilirsen o vakit dünyâ sana zindan olmaz, seyrân olur.”
[Sohbetler,2.bs.,İstanbul, 2000,124-125.ss.]
Sözü, hayr-ül-halefi, mutassavvıf ve mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi’nin şu tesbiti ile tamamlayalım:
“Miyânemizde bir keremli Dost var. Toprağın üstünde de olsa, altında da olsa, her zaman rehber, her zaman yâr-ı vefâdar…”
[Dost. III.bs. İstanbul, 1999, 43.s.]
Sâmiha Ayverdi – (Kasım1905, İstanbul-22 Mart1993, İstanbul)
“…zarfın gâyesi mazrûfa mâlik olmaktır. İnsan,güzelliğe,asâlete, zenginliğe,şerefe, hatta bilgi ve hünere de mâlik olsa,mânâ ile dirilmedikçe bir heykelden ibârettir.”
[Sâmiha Ayverdi: Ateş Ağacı.II.bs.İstanbul,92.s.]
Sâmiha Ayverdi, Hakk’ın rızâsından başka her şeyden vazgeçmiş bir ehl-i aşk, bir gönül sultanı, bir insân-ı kâmildi…
O, İslâmiyeti ve tasavvufu yirminci asrın idraki ile yorumlarken, kendisine ilâhî aşk yolunun rahmet kapısını açan hocasının, mürşidi Ken’an Rifâî’nin takipçisi olmuştur.
Yirminci asrın ve gelecek asırların Türk insanına, mânâ güzelliklerini, hakîkât sırlarını duyurmak misyonunu üstlenmiş olan Sâmiha Ayverdi, ‘İlâ-yı Kelimetullah’ kavramını ve bu kavramın arkasındaki derin ufku, günümüz tefekkür hayâtına, nasîpli gönüllere ve Türkçemize kazandırmış bir seçilmiş, bir âbide şahsiyettir…
Sâmiha Ayverdi yazı hayatının 1938-1950’li yılları arasında,
tasavvuf ve ilâhî aşkı eserlerine ana mevzu olarak almış, dâvâsına ve gâyesine hizmet etmek maksadıyla bu yolda yazmıştır…1951 yılına kadar, derûnî dünyâsını şekillendirmiş olan hocası Ken’an Rifâî ile hemhâl olmuştur.
Bu devrede, roman, hikâye ve mensur şiire ağırlık veren sanatkârımız edebî neviler bakımından birliğe doğru yol almış, eserleriyle şahsiyetinin, hayâta bakışının ve dünyâ görüşünün sentezini ortaya koymuştur.
Yazı hayatının 1950’li yıllarından sonra başlayan ikinci devresinde cemiyet meselelerine yönelmiştir.
Ele aldığı mevzuların odak noktasında artık cemiyet meseleleri, târihî geçmişimiz ve geleceğimiz, Müslüman Türk’ün bekâ problemleri vardır… Bu cemiyetin târihî, fikr-î, mânevî ve derûnî tekâmülünün sırlarına ulaşmak Sâmiha Ayverdi’nin asıl dâvâsı olmuştur.
O’nun eserlerinde, ‘madde-mânâ ve insan’ sentezi tez olarak ele alınırken, mânâya öncelik tanınır; daha sonra bu sentez, fertten cemiyete, cemiyetten millete,milletten de bütün insanlık âlemine teşmil edilmek şeklinde yorumlanabilir.
O’nun fikirleri,
çağdaş bir İslâm-Türk ruhunun, tasavvufta olgunlaşmış bir şekilde topluma yayılması ülküsü olarak özetlenebilir…
O, yazdıkları ve söyledikleri ile, Türk insanının, fikir,îman ve gönül dünyâsına yeni bir soluk aldırmıştır!..
O’nun ‘İlâ-yı Kelimetullah’ anlayışının özünde, her şeyden önce, insanın kendi iç dünyasını düzene koyması, süflî hırs ve heveslerden kendini arındırması, benlik dâvâsından kurtulması, mânâsını zenginleştirmesi, dünyâya geliş ve varlık sebebini idrak etmesi,
(halka hizmetin Hakk’a hizmet)
kendisi ile barışık olması, ruhen sağlama basacak olgunluğa ulaşması, kendini bilmek idrakinde yaşaması, bu hassasiyetler içerisinde vatan toprağı sevdâsı, milli kültür ve mâziye sâhip çıkma ve ‘halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğu’ şuuru ve ideali vardır…
Sâmiha Ayverdi’nin tasavvuf anlayışında ‘sünni çizgi’ önemli bir özelliktir. Temel referansları ‘Kur’an ve Hadîs’tir…
O,hocası Ken’an Rifâî’nin nakşını aksettiren bir insân-ı kâmil, bir Allah dostudur.
Yazdıklarında ve söylediklerinde,insanları tevhîd anlayışında buluşturmak için kullandığı temel fikir, ‘sevgi’ ve ‘îman’dır.
Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmak O’nun hayat gâyesidir…
Sâmiha Ayverdi, tıpkı hocası gibi, ömrü boyunca inandığı hakîkatleri hiç çizgi değiştirmeden yaşamış,mânâyı maddenin temeline koymuş bir gönül eri, bir seçilmiştir… Yazdıkları ve söyledikleriyle bugün dahi irşâd vazîfesini sürdüren bir mürebbî, bir yol göstericidir…
Diyor ki:
“…asıl ölüm,kalp habersizliğidir.Zîra hayat kalbe merbuttur.Kalp ölü olunca hayat da yoktur.İnsan kalp hayâtını bulmadıkça, cansız bir nakıştan ibârettir.Ancak aşkını ve mânâsını bulan kimsenin kalbi dirilmiş olur.O, bütün mükevvenâtın ruhudur…”
[Batmayan Gün. İstanbul, 1939, 54.s.]
“Her şey mutlak güzelliğin bir parçasıdır.”
[Aşk Budur. İstanbul,1938, 133.s.]
“Allah hiçbir yerde değildir; çünkü O’ndan başka bir şey yoktur!..
Bütün bu gördüğün ve görmediğin varlıklar hep O’dur, yalnız O’dur!…”
[İnsan ve Şeytan. İstanbul, 2001, 36.s.]
“Ömür, yaşanan hayat, ancak insaniyetin mânâsına kavuşmak,dünyaya gelişin ve buradan gidişin sırrını çözmek içindir.Bunu yapmadıktan sonra size kalan vaktin ne kıymeti olur?..”
[Batmayan Gün. İstanbul, 1939, 239.s.]
“Her mazharda Hakk’ı tesbih edecek bir hâl lisanı olunca, her şeyde hayat ve ruh var demektir…”
[Mesihpaşa İmamı. III.bs., İstanbul, 2000, 147.s.]
“Aşk ve irfan, insan olmanın varacağı son kapı… Lâ’dan,yâni bir hayâl olan mâsivâdan geçip, yalnız Allah var diyebilmek ve dile getirdiği bu kelâmı da yaşayışı ile isbat etmek değil mi?..”
[Bağ Bozumu. ‘Hâtıralar-Makaleler’.? İstanbul, 1987, 313.s.]
“Dünyâya gelmekten maksat irfana ermek,yâni her yaradılmışta, Hakk’ın tecellîsini görmek, daha doğrusu her şeyi Hak görmektir.”
[Mülâkatlar. İstanbul, 2005, 39.s.]
Bir ömrü îmanına ve inandıklarına tahsis edebildiği için ne nasîpli!..
Ruhun şâd olsun!.. Hakkını helâl et!.. Dostluğundan ve yoluna hizmetten bizleri ayırma…
İlhan Ayverdi – (24 Ekim1926,Manisa-7 Kasım 2009, İstanbul)
“Her şey Hakk’ın bir tecellîsine mazhar olduğuna göreher yaradılmışa hürmet, Hakk’a hürmettir… İşte gönül kapılarını açan anahtar: İnsana hürmet, sevgi ve ilgi…”
İlhan Ayverdi
İlhan Ayverdi, gönül dünyasının penceresini Bizlere şöyle aralar:
“On sekiz yaşından itibaren ömrünü büyük mürebbî Ken’an Büyükaksoy’un yolunda sırasıyla Mehmet Örtenoğlu, Sâmiha Ayverdi ve Ekrem Hakkı Ayverdi gibi seçkin büyüklerle yaşamıştır. Bir hizmet aşkı ve gayret varsa hepsi onlardandır.
Gereği ölçüde muvaffak ve semereli olamamışsa sâdece bu kendine âittir. Affola!..”
[‘Takdim’. Kubbealtı Lugatı. İstanbul, 2005, VII.,s.]
İlhan Ayverdi, ihlâslı, îmanlı, hamiyetli, kendini bilmek idrakinde yaşayan bir insân-ı kâmildi…
Burada önemli olan, O’nun tek tek sayabileceğimiz vasıfları değil, bu güzel vasıfların birbiri ile anlaşmasıyla şekillenmiş şahsiyet yapısının karşımıza bir bütün olarak çıkmış bulunmasıdır.
O, yaşadığı güzellikleri, içinde bulunduğu çevreye de taşıyan insandı. O’nun aşk ve îman zırhı ile sağlama alınmış şahsiyet binâsında ve gönlünde taşıdığı tefekkür ve duygu yükü, birbirini çok uyumlu bir şekilde tamamlanmış bir mânevî bütünlüğü arzeder..
O, Sâmiha Ayverdi’nin ifâdesiyle ‘ef’âliyle, amelleriyle sevilen’ insandır.
Yine Sâmiha Anne’nin ‘ezelden ebed izzetlenmiş’ diye târif ettiği ve övgüye lâyık gördüğü, ezelden îman nasipli bir seçilmiş, bir Allah dostudur!..
Buyuruyor ki:
“…yaradılıştan beri bütün hakîkatlar aynı, fakat zamana göre kılık değiştiriyor… Değişik kılık içinde ana prensibi yakalamak gerek… Ana prensip; bugünün diliyle: Kurtuluş, îmanın yol gösterdiği akıldadır…”
“Dervişlik, nefis esâretinden kurtulmak yoludur…”
“Benliğe düşmeden, yüksünmeden gayret kemerini hiç gevşetmeden hizmet gerek…”
“Allah sıfatları ve esmâsı ile, Resûlullah o sıfatların tecellîsi olan ameli, kavli ve fiili ile bilinir. Kula düşen Allah ve Resûlullah sıfatları ile sıfatlanmak, bu sıfatları hâl edinmek, sevdiğinin boyasına boyanmak, hâli ile hâllenmek, ahlâkı ile ahlâklanmaktır…”
Sâmiha Anne’nin ardından,
bu câmiadaki kimilerince irfan makamındaki yeri gerektiği gibi anlaşılamamış ve takdir edilememişse de; O, sâhip olduğu emânetin şuuruna varmış, Hakk’ın rızâsını hayâtının gâyesi bilmiş, gayretleri, hizmetleri ve örnek yaşayışı ile bunu fazlasıyla ortaya koymuş bir kitle fedâisi idi… Hakk dostuydu!.. İnsanları Allah rızası için kucaklayan bir gönül sultanıydı!..
Ken’an Rifâî ve Sâmiha Ayverdi’ye önce talebe, bilâhare hayr-ül- halef olmanın mes’ûliyetini ödemiş bir insân-ı kâmildi…
Allah’ın sonsuz rahmeti, bu üç seçilmişin üzerine olsun!..
Gönül Bağımız ve Mes’ûliyetlerimiz
Ken’an Rifâî, Sâmiha ve İlhan Ayverdi, hakîkat sırrına ermiş, seçilmişler zümresinden üç Allah dostu… Bizlerin de ezel ve ebed dostları!..
Onların tâkipçileri olan bizlere düşen, her türlü ahlâkî,nefsânî ve fikrî yozlaşma ve kırılmadan uzak, gündemin peşinden savrulmadan, târihinin sayfalarını doğru okuyan, büyüklerimizin işâret buyurdukları değer ve ölçüleri hayâtının gâyesi yapmış, hayâtı bir mukaddes vazîfenin emâneti bilip, Allah’a kul olmanın ve ‘halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğu’ idrakiyle yaşamaktır!..
Bu üstün sıfat ve güzelliklerin mensupları olmayı Cenâb-ı Hakk bizlere nasîp etsin!..
Bizler kültür ve medeniyetimizin milli ve mânevî müşterek değerlerine, mukaddeslerine bağlı, bir başka ifâde ile ‘yüzü ve gönlü milletinin kıblesine dönük’ İnsanlar olmak mes’ûliyetindeyiz!..
Bizler, bilgi ve ciddiyeti, ilim ve îmanı, güzel ahlâkı, vatan sevgisini ve devlet endişesini şahsında harman edip mânevî olgunluğa ulaşmış, birbirinden emin ‘Rahmet Kapısı’ bağlıları olmak mes’ûliyetindeyiz!..
Unutulmamalıdır ki, yolumuz, ilim, irfan, insanlık sevgisi ve Allah dostluğu üzerinedir!.
Yâ İlâhî!.. Huzuruna Geldik…
Allah’ım!.. Sen, ‘Rahmân’ ve ‘Rahîm’ sin… Eğer murâdın olursa… ‘Son Menzil’imiz, son yolculuğumuz, ‘Rahmetine’ açılan ‘Rahmet Kapısına’ olsun!..
Velî ruhlu gönüller, Allah dostları, ‘müstecap olmayacak, duâ yoktur buyuruyorlar!..’
Şânındandır!.. Sana açılan elleri divânından boş çevirmezsin…
Bizleri huzurundan eli boş çevirme!..
İlâhî emir gereği, ezel ve ebed arasında, bu dünyâda ve âhiret yolculuğumuzda, bizleri Allah dostlarının safında saf tutanlardan ve ardında saf tutulanlardan eyle…
Bu duâya hep birlikte diyelim…Âmin!..
(İsmet Binark – 6 Ocak 2021-Ankara)