Silinemeyecek olan yazı, gönül yazısıdır.
Bir kalem ki gönüle tercümanlık yapıyordur; onun yazdığını silecek silgi yaratılmamıştır.
Kalem diye, kelâmı ifâde kalıbına döken güzele derler.
O’nun yoluna gidene derler. Akıl da, fikir de bu civârda bulunur.
Bu civâra giden yolu sordum, sana giden yolu sorduğumu anladılar ve:
“Gözyaşı Irmağı’nı tâkib et!” dediler.
Yağmurtaşından inciler topladım; “Yol boyunca saç onları, sebil et!” dediler.
Yürüdüm… Nâdîde taşlar gördüm, kucak dolusu…
Benimkiler çok sönük kaldı, fersiz kaldı, az kaldı; ırmak kenarında edilecek niyaz kaldı.
Elimde, “hasret” diye senden bir mızrap… Ve “Çal!” dediğin saz kaldı.
Baktım, ırmağın tâ başındayım; gittiğim, arpa boyu yol değil ve kim bilir kaç yaşındayım?
Dediler ki:
“Çocukluktan kurtulunca, çırpın, bu ırmaktan abdest al!..
Geriye, kılacağın iki rekâtlık bir namaz kaldı.”