Hastaneler tıklım tıklım dolu.. doktorların muayenehâneleri ve eczâneler ana baba günü sanki! Târihin hiçbir döneminde tıp adamları böylesine Karun gibi zenginleşmemiş.
Binbir çeşit yeni hastalık adı, sayısız ilâç türetilmiş. Doktorlar, bu devirdeki kadar îtibarlı ve gururlu olmamışlar. Hiçbir zaman dilimi, onları böyle “bulunmaz Hint kumaşı” hâline getirmemiş.
Hastabakıcılar, hemşireler ve sağlık memurları, hattâ ve hattâ doktorların telefonlarına bakan sekreterler bile cakalı!
Neden?
Çünkü her devirde olduğu gibi ve her zamankinden çok daha yoğun şekilde geçerli bir işle uğraşıyorlar ve insanlara sağlıklarını kazandırmak gibi çok çok önemli bir ihtiyâcı karşılamaya çalışıyorlar. Hastadan ve hastalıktan göz gözü görmüyor. Gerekli ilâçları temîn edebilmek uğruna insanlar varını yoğunu ortaya seriyor.
Ne oldu?
İnsanoğlu birden bire onulmaz ve yeni dertlere mi müptelâ oldu?
Evet!
Ama bu dertler, bu hastalıklar tamâmen bedenlere âit!
İnsanoğlu maddesini tâmir, tedâvi ve ihyâ için öylesine meşgul ki; asıl hastalıklarını fark etmiyor bile… Yapılmaya çalışılan yegâne iş,-öyle veyâ böyle- bedenî ârıza ve illetleri gidermek!
Ne olurdu, bedenî hastalıklarını iyileştirmek veyâ dışını bezemek için varını yoğunu harcayan; gitgide evhamlı ve vesveseli mahlûklar hâline gelen Âdemoğulları, zerre kadar da gönül hastalıklarını araştırsa, biraz da rûhunun ihtiyaçlarını karşılasaydı!
Kısaca, asıl derdinin, yüzünü Sen’den başka yöne çevirmekte olduğunu bir anlasaydı. İki cihan sıhhatinin ancak ve ancak Sen’in kapında, Sen’in yolunda bulunacağını… Beden ve iç sağlığının “Kalplerin Tabîbi” olan Sen’den elde edileceğini, insanoğlu, bir bilseydi.
O takdirde, bir ömür çalışıp didinerek edindiği dünyâlığı, bir çırpıda dışta ve görünen hastalıklar için harcadığının gülünç; acı, tuhaf oyununu da idrâk eder… bu cihâna sırf bunun için gönderilmediğini belki anlardı. Belki…