Zaman zaman aynaya bakar ve sorarım, “acabâ yüz hatlarım senin çehrene benziyor mu?” Diye. Ve peşinden aklımı başıma alarak toparlanmaya çalışırım. Eğer, birine duyduğunuz hasret sebebiyle yüz hatlarınız sevdiğinizin çehresine benzeyecek diye bir ihtimâl varsa bile; heyhât! Heyhât ki bende henüz böyle bir değişikliğin emâresi yok!
Aynadaki çehre, benim çehrem.
Göz, benim gözüm.
Dil, benim dilim.
Gözüm, benden ibâret dünyâyı görmekte; dilim, benden ibâret dünyâyı söylemekte!
(Ben), (Benim),
(Benimle), (Benim için)
(Benden)!
Bütün ulvî kalıplara girmiş, derunî sargılara bürünmüş sözlerimin ardında, temelinde, rûhunda bu beş kelime mevcut!
Çehremin, sûretimin sana benzeyip benzemediği terbiyesizliğini göstererek baktığım ayna ise, hâl diliyle, şöyle diyor:
-Dışının benzemesi için, önce içinin benzemesi gerekir. Hammadde olarak kullandığın o beş sözü
At, şu beş sözü onların yerine koy; çalış, düşün, konuş:
(O), (O’nun), (O’nunla); (O’nun için), (O’ndan)!
Sonra gel bak bakalım, aynada kimi göreceksin?
