Konya’nın Mevlânâ Külliyesi içinde bir misâfir kabul salonu vardı.
Belki de burası, bir vakitler müptedî semâzenlerin dershânesi olabilirdi.
Dâvetli misâfirlerden olduğumuz için bize de yer göstererek bir iskemleye oturttular, işte o an, gözüme, tam karşıma düşen bir âşinânın yüzü ilişti:
Onu tanıyor muydum? Bilemem. Belki de beni şaşırtan görmüş olduğum fotoğrafları idi.
İşte bu tereddüt ânının geçmesine vakit bırakmadan, hiç de mîzâcıma uymayan ânî bir kararla, yerimden fırlayarak, bu mâsum ve temiz yüze doğru koşmuştum.
Kendisine doğru gittiğimi anlayınca o da yerinden kalkıp, meşhur insan sevgisiyle dolu sıcak tebessümüyle gülümseyerek ellerime sarıldı.
Hemen tanıştık.
Âşinâ diye vasfettiğim bu yüz, herhalde ezelden başlayıp ebede doğru yol alırken yaralanıp aksamadan devam eden bir kadîm dost, gayb âleminden çıkıp şu zuhur cihânında âşikârlık libâsı giymiş Tevfik İleri denen müstesnâlardan biri idi.
Ayak üstü birkaç cümleden ibâret konuşmamız arasında, ertesi günü eşinin de Ankara’dan Konya’ya geleceğini, onun da bu tanışmaya çoktan teşne bulunduğunu söylemişti.
İşte Tevfik İleri denen o berrak îmanlı, millî ve târihî bereketli hazîne ile başlamış dostluğumuz,
gerçekten ezel günü bereketlerinden olmalı idi ki, aksamadan, sürçmeden yürüyüp gitti ve ölüm nedir bilmeyen ilâhî kanunun buyruğu içinde gitmekte devam eylemek sırrını gösterdi ve gösteriyor.
Şer ve nifak tohumlarının bir celâl tecellîsi denecek olan 27 Mayıs hâilesinde(1) hırpalanıp aşağılanmasına rağmen sapasağlam durarak, Allah’ın hıfzı(2) kal’asından tek taş
düşürülemeyen o âbide adamın rûhî metâneti dimdik ayakta kalmış, lâkin et, kan ve kemikten ibâret bedenî gücü iflâsın eşiğine gelerek nihâyet kısa zamanda o insan, vatan sevgisi ile dolu o kafa, o meş’um(3) şakîlere(4) yenilmediğini göstererek gözlerini dünyâya yumuvermiştir.
Eski bir hâtıranın kaleme alındığı şu an, telefondan aldığımız habere göre bir misâfirimiz olacağı söylenmişti.
Evet, bu misâfir, o ezel dostum olan kahramanın oğlu Câhit İleri isimli genç mühendis, berâberindekiler de eşi, yetişmiş kızı ve oğlu idi.
Babasının fizik çizgilerini de taşıyan genç mühendis,
derûnî muhtevâsında,âbide babasının millî ve târihî görüş ve inanışlarından köklü alâmetleri de olan bir vatan sevgisi ve îman örneği oluşu ile gerek iş, gerek cemiyet hayâtında nam salmışlığı yüzünden babasına rahmet-i rahman(5) kapısını açan bir “hayrü’l-halef”(6) olmak bahtiyarlığına ermiş kimse idi.
Dünyânın da ülkemizin de şiddetle ihtiyâcı olan bu dört başı mâmur örnek insanların yeryüzünü kol kol dolaşıp yer tutmaları, beşeriyetin de bizim de hâlimiz ve geleceğimiz için, belki de en sağlam tesellî ve ümit bulunmakta değil miydi?
Kahramanın oğluna, belki de babasından duymamış olabileceğini tahmin ettiğim bir sözünü hatırlatmak istemiştim.
İyi niyet, metânet ve azim âbidesi olan Tevfik İleri’nin Maârif Vekîli olduğu sıralarda, Türk millî irfânını kazma kürek yıkmak gayreti içinde olan muhâlefetten öylesine canı yanmış olmalı idi ki: “Allah, hiçbir iktidârın karşısına Halk Partisi gibi muhâlifler çıkarmasın,” demişti.
İşte Câhit İleri’ye, babasının, onlardan çektiklerini, kısaca nasıl ifâde etmiş bulunduğunu anlatmak istemiştim.
Amma ne yazık ki bugün de, iktidarda bulunanlara yol göstermek gayreti içinde olmaları gerekenlerin, büyük ve sönmez bir kin ve bencillik hırsı ile neler yaptıklarını görmezlikten gelmemiz ne çâre ki kabil değil.
Sâmiha AYVERDİ, Kaybolan Anahtar, Sayfa:71
(1)Hâile: Fâcia
(2)Hıfz: Koruma
(3)Meş’um: Uğursuz
(4)Şakî:
(5)Eşkıya
(6)Rahmet-i rahman: Allah’ın rahmeti, acıması
(7)Hayrü’l-halef: Hayırlı evlât