Bir Sultan Ana, bir balıkçı’ya:
-Ana! Dedi.
Demek ki Ana’nın, o balıkçıdan doğacak çocukları vardı.
Balıkçı anladı ve:
-O halde nerede veled-i kalbim? Diyerek, ağladı.
Âlem halkı, deryâ ayrı dalga ayrı… balık ayrı, balıkçı ayrı, olta ayrı yem ayrı sandı.
Aldandı.
Aslında ben, senden ibâret deryâda senin dalgalandırdığın sularda; senin oltan, senin yemin olarak sana âit balıkları avlıyor görünen bir Karagöz tasviriydim sâdece…
Karagöz’deki hikmeti anlayacaklarına, tasvirin zâhirine kandılar. Perdenin dışında kaldılar.
Oyalandılar.
Kâh oltada çırpınan balıkları beğenmediler, kâh avlandığım yeri…
-Gece gündüz hep mi balık tutacaksın? diyen de çoktu, “Sen bu balıkları yiyorsun!” Diyen de.
Halbuki, hayâlden ibâret bir tasvir, asla balık yemez… yiyemez!
Ayrıca, denize sallanan her oltaya mutlaka “büyük balık” takılacak diye bir kural da yoktur. Hattâ tecrübeli bir balıkçı olmadığım için, zaman zaman oltama bir postal eskisi… bir yosun da takılıp, beni yanıltabilir.
Fakat hiç kimseye:
-Hayatta, tuttuğun minicik bir kaya balığını olsun, bana göster! Diyemem.