Emin Işık Hoca’dan Sohbetler-1″(*)

0
37

1.

Emin Işık Hoca’nın adını ilk defa Papa VI. Paul’ün 1967’de, İstanbul’da Fener Ortodoks Patrik’ini ziyâreti sebebiyle okuduğu Cuma Hutbesi dolayısiyle duydum. O târihlerde Fransa’ya yeni gelmiş bir doktora öğrencisi olarak bulunuyordum. Onun için ne Türk basınını ne de Türkiye’de konuşulanları tâkip etme imkânım yoktu. Rahmetli Sâmiha Ayverdi’nin Hareket Dergisi’nde basılan bu hutbeyi yakınlarına haber verdiğini, hattâ derginin so sayısını alıp eşe dosta gönderdiğini duymuştum. Daha sonra dergide yayımlanan bu hutbe biraz genişletilmiş olarak bir broşür hâlinde basılarak derginin Ağustos 1967 sayısı içine konulmuştur.(1) Târihini tam olarak hatırlamıyorum ama, rahmetli Sâmiha Ayverdi’nin beni bu hutbeden haberdar ettiğini ve o yıllarda okuduğumu hatırlıyorum. Böylece ilk defa Emin Işık Hoca’nın ismini duymuştum.

Hoca hutbesinde, Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmen dâvet edilmemiş olan, daha Roma’da iken, “Türk hükûmetine değil, Ortodoks âleminin merkezi olan Konstantinopolis’e gideceğini” söyleyen Papa, Katolik ve Ortodoks cemâatlerinin “gâye ve hedef birliğini temin etmek” niyetiyle ve “Patrik Athenagoras’a iâde-i ziyârette bulunmak üzere” gelmiştir. “Bin altı yüz seneden beri birbirine düşman olan bu iki kilisenin geçmişteki husûmetleri unutarak barışmak ve birleşmek çabaları Türk milleti için hayâtî menfaatleri hâiz bir mesele midir ki, laik hükûmetimiz iki kilise liderini birleştirmek için seferber oluyor da, bütün hükûmet erkânı, neredeyse bütün Meclis Papa’yı Athenagoras’la berâber karşılamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor ve Yeşilköy’e koşuyor. Bu nasıl misâfir, bu ne biçim karşılamadır?” Saat 11.00 sıralarında İstanbul surlarından geçerek şehre girmiştir.

Aynı gün merâsimle ve maiyetiyle birlikte Ayasofya’ya giderek duâ etmiştir. Dikkat! Fâtih de aynı gün, aynı saat ve aynı şekilde şehre girmişti.” sözleriyle bu ziyâreti siyâset ve diplomasi açısından tenkît ediyordu.”Hadisenin dînî yönü ise büsbütün fâciadır: Papa ‘lâikliğinizi beğeniyorum’ demişti. İfâde tarzından da anlaşılacağı gibi Papa, prensip olarak mücerret laikliği beğenmiyor da bizim laikliğimizi beğeniyordu. Aslında mutaassıp bir Katolik için laikliğin en mübârek şekli bile, beğenilmek şöyle dursun, iğrenilecek bir şeydir.

Çünkü laiklik yeryüzünde ilk defa Katolikliğe reaksiyon olarak çıkmış bir prensiptir. Papa Türkiye’yi İslâm’ın kalesi olmaktan çıkarmak, nikâhlamak, en azından nişanlamak için gelmiştir. Ayasofya’da duâ da oranın resmen kilise olarak îlân edilmesidir. Ayasofya artık ne câmidir, ne de müzedir!” diyor ve “…Bizim yenemediğimiz ve ezemediğimiz en büyük düşman kendimiz, kendi gafletimizdir…” sözleriyle hutbesini tamamlıyordu.

1973 yılı Kasım ayı ortalarında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Tasavvuf Târihi ile İslâmî Türk Edebiyatı öğretmeni olarak derslere girmeye başlamıştım. Tam târihi hatırlamıyorum ama o aylarda Emin Işık Bey’le karşılaştım, diğer öğretmenlerle olduğu gibi onunla da tanıştım. Branş arkadaşım rahmetli Selçuk Eraydın ile Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsir hocası Emin Işık Bey ile arkadaşlığımız günler, aylar ve yıllar geçtikçe ilerledi, bir gönül ve fikir dostluğu hâlini aldı.


(*)Prof.Dr Mustafa TAHRALI, “Rahmetli Dr.Emin Işık Hoca’dan Hâtıra Sohbetler”-KUBBEALTI AKADEMİ MECMUASI, Ocak-Nisan 2020, Sayı 193-194, Sayfa:64-95.

(1) Bu yazıyı yazarken o hutbe broşürünün istinsah edilmiş bir kopyasını bana ulaştıran Prof.Dr. İsmail Kara’ya teşekkürlerimi ifâde etmek isterim.