Cihanı hiçe saymaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ona tutmaktır adı aşk
Böyle diyor Eşrefoğlu Rûmî, İlahî aşkı en yalın ve içten terennüm ederek, bize 15. yüzyıldan sesleniyor (ö. 1469).
Kendisi Yunus Emre tarzı coşkulu şiirlerin sahibi. Renkli ve hareketli bir hayat serüveni var. Mısır’ dan Anadolu’ya gelip iznik’e yerleşen bir baba ile bir Türk annenin çocuğu. Türk tasavvuf edebiyatının en kuvvetli temsilcilerinden biri.
Biraz ilerlemiş yaşına rağmen Bursa’ da o günün öğretim kurumu olan medreseye devam edip tahsilini yaptı. Ama kendisini medrese bilgileri tatmin etmiyordu. Küçük yaştan beri evliya menkıbelerine ve manevı hallere karşı ilgisi vardı.
Gördüğü bir rüya üzerine medreseyi bırakarak, etkisi altında kaldığı bir meczub vasıtasıyla Emir Sultan’a başvurdu. Devrinin bu meşhur büyüğüne mürid olmak istedi.
Emir Sultan ise kendisini Hacı Bayram’a yönlendirdi ve Ankara’ya gitmesini tavsiye etti.
Eşrefoğlu, Hacı Bayram Veli’nin dergahına tam bir teslimiyetle girer. Hacı Bayram, Eşrefoğlu’nun nefsini eğitmek, onu benlik, kendini beğenmişlik ve gurur gibi olumsuz niteliklerden arındırmak düşüncesiyle işe başlar.
Bunun için de, görünüşte alçaltıcı sayılan hizmetler verir; dergahın helalarının temizliğiyle görevlendirir. Eşrefoğlu hiç itiraz etmez. “Baş üstüne” deyip elinde süpürge, ibrik vs. ile işe başlar. Sonunda bu sınavı başarıyla verir.
Burada amaç sadece temizlik yaptırmak değildir. Onu yapabilecek başkaları da bulunur. Ama hizmetin büyüğü küçüğü olmaz. Amaç, kişinin kibrini, kendini beğenmişliğini kırmak, alçak gönüllü olmasını sağlamaktır. En başta bunu başaramayana yeni bir şey vermek mümkün olmaz. Boşalmadan dolmak imkansızdır.
Bu sınavdan başarıyla çıkan Eşrefoğlu, kısa zamanda çok şey öğrendi.
Sonraları Hacı Bayram’ın en saygın müridleri arasında yer aldı. Dergahın imamlığı gibi önemli bir göreve getirildi. Hatta Hacı Bayram, kendisini kızıyla evlendirerek damat edindi.
On bir yıllık bir eğitim ve hizmetten sonra Eşrefoğlu İznik’e gönderildi, orada irşadla meşgul oldu. Fakat o, kendiisinin henüz yeterli olgunluğa ulaşamadığını düşünüyordu. Öğrenmesi gereken yeni şeyler, kat etmesi icap eden manevi mertebeler olduğunu biliyordu.
Tekrar Ankara’ya döndü. Onun tereddüt ve düşüncelerini dinleyen Hacı Bayram, kendisini Suriye’de Hama şehrine gönderdi. Orada Abdülkadir Geylani soyundan Hüseyin Hamevi’ye mürid olmasını söyledi. Eşrefoğlu Hama’da çok sıkı bir perhiz ve tasavvuf eğitiminden geçti.
Ruhi-manevi terbiye ve olgunlaşma, gönül gözünün açılması, öyle kolay kazanılan bir şey değildir: Ayrıca bu, sonu olan bir alan da sayılmaz. Burada devamlı bir yükseliş ve derinleşme söz konusudur.
Öyle der Eşrefoğlu:
“Hak yoluna girenlerin
Hakk’ı gerçek sevenlerin
Nişanı budur onların
Mala cana kalmaz imiş. “
Eşrefoğlu Hama’da Hüseyin Hamevi’nin gözetiminde manevi basamaklarda hayli ilerlemiştir. Bu döneme ait bir çok menkıbeler anlatılır. Biri şöyledir:
Bir ilkbahar günü Şeyh Hamevi: “Dervişler, biraz menekşe toplayıp getirin!” der. Her biri bir tarafa gidip deste deste menekşe toplayıp şeyhe getirirler. Eşrefoğlu ise, elinde bir tek solgun menekşe ile gelir.
Şeyh: “Çevreyi tanımadığın için menekşelerin yerini bulamadın her halde!” deyince, Eşrefoğlu:
-Sultanım, hangi menekşeye elimi uzatsam, kendi diliyle Allah’ı zikreder gördüm, koparmaya kıyamadım. Nihayet sapı yaralanmış ve zikrini tamamlamış bu menekşeyi buldum, ancak onu koparabildim, der..
Şu âyetler meşhurdur:
“Göklerde ve yerde olanlar Allah’ı tesbih ederler” (Hadid) ”O’ nu zikir ve tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur” (İsra/44). Menkîbeden anlaşıldığına göre Eşrefoğlu, varlıkların hâl diliyle yaptıkları zikir ve tesbihi hissedip anlayacak oIgunluğa yükselmiştir.
Mânevî eğitimini tamamlayınca Eşrefoğlu İznik’ e döner ve irşada başlar. Bursa’ dan İstanbul’a kadar olan bölgelerde etkili olur. Onun Müzekki’n-Nüfûs adlı eseri, sade bir Türkçeyle yazılmış olup, uzun asırlar halkımızın baş ucu kitabı olmuştur.
Ayrıca coşkulu şiirlerinden oluşan bir Divan’ı vardır. Bu şiirlerden bir kısmı besteli olarak, eskiden olduğu gibi günümüzde de zevkle okunup dinlenmektedir.
Onun bir şiiriyle bitirelim:
Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
Çeke geldi çeke gider.
Firkat kâr etti canıma
Gelsin aşıklar yanıma
Aşk zincirin dost, boynuma
Taka geldi taka gider.
Bülbül eder zâr ü efgan
Aşk oduna yandı bu can
Benim gönülcüğüm heman
Hak’tan geldi Hakk’a gider .
Arif/er durur sözüne
Gayri görünmez gözüme
Eşrefoğlu yar yüzüne
Baka geldi baka gider.
(*)Prof.Dr.Mehmet DEMİRCİ, Gönül Dünyâmızı Aydınlatanlar, Mavi Yayıncılık-2005 İst.